Jump to content

Fikralar & Hikayeler


exit

Recommended Posts

VERGİ DAİRESİ_

Adamı, vergi dairesine çağırmışlar.. Yanında bütün defterlerini ve hesaplarını da getirmesini istemişler..

Adam korku içinde, mali danışmanına gitmiş..

Sormuş :

- Vergi dairesine giderken nasıl giyineyim. Ne tür bir izlenim bırakırsam, bana daha az vergi cezası keserler ı.

Mali danışman öğüt vermiş :

- En eski elbiselerini giy.. Yoksul, muhtaç bir görüntü ver ki, sana az ceza kessinler..

Adam güvenemeyip, bir de avukatına danışmış..

Avukat, mali müşavirin tam tersi bir öğüt vermiş :

- En yeni, en pahalı elbiseni giy.. Güvenli, kendinden emin bir görüntü ver ki, az ceza kessinler vergiciler..

Adamı bu öğütler tatmin etmemiş.. Aklına güvendiği, >filozof bir arkadaşına aynı soruyu sormuş.. Bu akıllı arkadaş bir hikaye anlatmış.. Şöyle demiş :

- Bir gelin, zifaf gecesi ne giymesi gerektiğini bir arkadaşına sorar..

O da, gırtlağa kadar kapalı, koyu renk bir gecelik giymesini tavsiye eder.. Bir başka arkadaşı ise, dekolte, şeffaf bir gecelik

giymesini söyler..

Vergi dairesine giderken ne tür bir elbise giymesi

için arkadaşından öğüt bekleyen adam, bu hikayeyi dinledikten sonra, sorar :

- Zifaf gecesi ne giyeceğini bilemeyen gelinle, vergi dairesine giderken ne giyileceğini soran benim aramda ne gibi bir ortak yan var ki ı

Adamın akıllı arkadaşı gülerek, izah eder :

- Ne giyersen giy, başına gelecek şey aynıdır..

ÇAY_

Bir Amerikalı, bir İngiliz ve bir Iraklı cafede oturmuş çay içiyormuş.

Amerikalı çayını bitirince bardağını havaya fırlatmış, silahını çekip bardağa ateş edip parçalamış:

‘Bizde bardaklar o kadar ucuzdur ki Amerika’da aynı bardakla iki kere çay içmeyiz.’ demiş.

İngiliz de çayını bitirince bardağını havaya fırlatmış, silahını çekip bardağa ateş edip parçalamış:

‘Bizim İngiltere’de bardak yapacak cam için o kadar çok kumsal vardır ki, bir bardakla iki kere çay içmeyiz.’ demiş.

Iraklı da çayını bitirince bardağını havaya fırlatmış, silahını çekip Amerikalı ile İngiliz’i vurup öldürmüş:

‘Bağdat’ta o kadar çok İngiliz ve Amerikalı var ki, biz aynı adamla oturup iki kere çay içmeyiz.’

_KÖR KUYU_

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş.

Niye düşer, nasıl düşer sormayın.

Eşek bu. Düşmüş işte.

Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.

Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde.

Ayıptır söylemesi, anırdı yani.

Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.

Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor.

Üstelik yaralanmış.

Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.

Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.

Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.

Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.

Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek dibe döktü.

Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükseldi ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.

Köylüler ağzı açık bakakaldı.

Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. (Ne bazeni, çoğu zaman.)

Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.

Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.

Kör kuyuda olsak bile.

_HAKKARİ_

Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.

Yanına sokularak:

— Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var? Sıcak bir tebessümle:

— Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

— Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.

— Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.

Saatime baktıktan sonra:

— 20 dakikanız var, dedim. Hastane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.

Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.

içeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:

— İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

Ön koltukta oturanı:

— Hak istiyorsan Hakkâri'ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.

Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.

Sakinleşmeye çalışarak:

— Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastaneye yetişmesi gerekiyor. Bu defa şoför lâfa karışıp:

— Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastaneye uçuverir.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı

Şoför:

— Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

— Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.

Heyecanla:

— Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?

— Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastaneye kaldırmışlar.

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla bir şeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:

— Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla.

_IŞIK_

Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi Adam dürüst ve dost canlısıydı,insanlar onu seviyorlardı. Ondan alış veriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.Adam kısa süre içinde bir dükkandan , Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir yarattı.

Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı.Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı..

Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi: içinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu hakettiğine karar vermek için,her birinize birer dolar vereceğim

Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız,ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızıla aldığınız şey hastane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.; Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.

Akşam geri döndüklerinde babaları sordu:

"Birinci, çocuğum, bir dolarla ne yaptın ?"

Çocuk cevap verdi "Arkadaşımın çiftliğine gittim, bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım.Sonra odadan dışarı çıktı ,saman balyalarını getirdi ,açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu.

Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.

Adam sordu: "Peki ikinci çocuğum ,sen paranla ne yaptın?."

Yorgancıya gittim. İki tane yastık aldım ." Bunu söyleyen çocuk , yastıkları içeri getirdi ,açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.

"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?." diye sordu adam .

Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim. Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim .Dolarımın 90 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım.Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."

Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil,bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.

Baba memnundu "Çok iyi oğlum. Bu şirketin başına sen geçeceksin,çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi , ışığını yaymayı biliyorsun''.

Link to comment
Share on other sites

Dursun, saatlerin geri alınacağını duyunca, evdeki tüm saatleri toplayıp Saatçi Temel'e gider:

- Ula Temel, saatler geri alunacakmus, Biz de evdeki saatleri senden satin aldigimiz icin sana getirdik.

Bunlari geri alacaksun da.

Temel gayet kendinden emin:

- Oyle yagma yok. Ben de duydum ancak, sadece 1 saat geri alinacakmus. Bir tanesini alirim, gerisini almam......!

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...