Jump to content

Harbiye’de Yankılanan,Türkülerimizin Kardeş Sesiydi...


ysncn_

Recommended Posts

Harbiye’de Yankılanan,

Deniz Korcan

Türkülerimizin Kardeş Sesiydi...

Bir Harbiye konseri daha gelip geçti gözlerimizin önünden. Hiçbir Harbiye konseri bizim için “sıradan” bir konser olmadı. Her Harbiye “özel”di. Bir konserin çok ötesinde anlamı vardır Harbiye konserlerinin “İdilciler” için.

Yıllar önce bir müzik eleştirmeni dostumuz Tavır’ı incelerken Harbiye Konser yazısını görünce şaşırmış, bir konser hakkında neden bu kadar uzun yazdığımızı ya da yazacak ne bulduğumuzu sormuştu. Böyle bir şeye gerek olmadığından bile dem vurmuştu. Biz de yaşadığımız duyguları yazdığımızı söylemiştik kendisine. Hani anlatmaya sayfalar yetmez türünden. Ve bir konserin bizim için sadece bir konser olmadığından bahsetmiştik.

Eksiklerimizi, yanlışlarımızı, başarılarımızı; gurur duyduğumuz, üzüldüğümüz, hep hatırladığımız, gülümsediğimiz nice anılarımızı dökerek çıkarız Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nun basamaklarından.

Sadece Grup Yorum’un bir konser verip gelip geçtiği bir yer değildir Harbiye Açık Hava Tiyatrosu. Bütün İdil Ailesini, hatta yürekleri aynı devrim düşüyle çarpan o kocaman ailenin bireylerinin gelip geçtiği bir konser yeridir Harbiye. Sahnedeki müzik grubu elini uzatacak kadar yakındır dinleyicisine. Dinleyici sahnede kendini görür baktığında. Ve hakikaten de Grup Yorum’un türküleri, dinleyenleri ile arasında ezgiden yüreğe kurulan bir köprüdür.

Sahne arkasında ütü yapan, yemek dağıtan kardeşimizden en tepede bilet kesen kardeşimize kadar Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nun her metrekaresine alınterimizi dökeriz.

Ve konser gelir, başlar, biter. Bir yıl boyunca nasıl yaşadıysak onun sınavını veririz sahnede.

Kolektivizm... En güçlü silahımız. Bizi biz yapan değerimiz...

Kolektivizmi ne kadar çok yaratabilirsek, sahneden bize alkış olarak geri döner. Başarı hanemize bir artı daha eklenir.

Harbiye bir yıllık emeğimiz ve alınterimizdir. Bir yılda dağarcığımızda birikendir. Eksiğimizle gediğimizle...

Bu nedenle önemlidir Harbiye Açık Hava Tiyatrosu konserleri.

Çünkü Harbiye, devrimci yaratıcılığımız; Harbiye, devrimci sanat tavrımız ve devrimci pratiğimizdir. Harbiye, gelecekte yapacak olduklarımızı da anlattığımız yerdir.

Bütün bunlarla saatler ilerledikçe herkesi bir heyecan sarıyor. Konser alanının içindeyim, dışarı atmak istiyorum kendimi. O uzayan kuyruğu görmek için. Sevgili dostlarımız, yoldaşlarımız, abilerimiz, ablalarımız, kardeşlerimiz, analarımız, babalarımız... Bütün herkes dışarda. Birazdan kapılar açılacak ve o temiz aydınlık yüzleriyle dolacaklar bu taş yapıdan içeri.

Sabahtan beri yoğun bir koşturmaca halindeyiz ancak kimsede o eski konserlerde yaşanan gerginlik ve stres yok. Çünkü bu konser hazırlıklarında hiçbir sorun yok! Yılların bize kazandırdığı deneyimle sorunların üstesinden gelmeyi başarabiliyoruz.

Ve artık dakikalar sayılıyor. Kapıdan içeri birer birer üçer beşer giriyor dostlarımız. Kucaklarında çocuklarıyla gelenler, yaşlılar, gencecik insanlar, herkes...

Hemen her yaştan insan giriyor içeri. Yorum’un dinleyici profili seriliyor gözlerimizin önüne. Her kesime hitab edebilmeyi başarıyor işte.

Kimilerinin gençliğidir Grup Yorum, kimilerinin bir eylem öncesi heyecanını bastırmak için diline dolanan türküdür.

İşkence sonrası yorgun bedenine direnç olsun diye söylenen bir marştır belki de.

Dağların doruklarında Cemo’dur, şehrin sokaklarında fedadır, mapuslarda Fidan...

Bombalı bir pankarta yazılan sözler gibidir bazen şarkılarının sözleri...

Bir 14’lüden fırlayan mermidir notaları. Gider ve mutlaka hedefini bulur.

Sevdalıya sunulan hasret türküsüdür. Ama ille de herkesin havada sıkılı sol yumruğudur Grup Yorum...

İşte herkes için bir garip heyecandır, yıllardır her yaşta yüreğimize dolan.

Heyecan içinde herkes yerini alıyor salonda. Ve nefesler tutuluyor.

Sahne ışıkları kararır kararmaz dev ekrandaki madencinin kara gözleri gelip yüreğimize oturuyor. Bir tas yemek, biraz ekmek için ömrünü feda eden madenci bu...

Yeni Çeltek ocağı ve madencinin dramıyla başlıyor konser. Ve işte bir şarkı alıp bizi yıllar öncesine tanıdık ve bildik bir acıya ******ürüyor... Bu acıyı nerede görsek tanırız. Çünkü bu bizim acımız, başka kimseler bilmez.

Ve ardından “Uğurlama”yla yüreğimizin köşesindeki sevdayı yazıyoruz yıldızlara. Ardından ille de umut var denen o dağların ardında yeşerecek olan umudu bize anlatan şarkıya bırakıyoruz Madenci’nin hüznünü. Dağlara Doğru ile dağlara yol alıp, bir söz veriyoruz “Gün ola” ile ezilenlere.

“Gün ola devran döne

umut yetişe...

dağlarının dağlarının ardında

değil öyle yoksuluklar hasretler

bir tek başak tanesi susuz kalmayacak

bir tek zeytin dalı bile yalnız...”

Ve Merhaba ile selamlıyor Grup Yorum sevenlerini...

“Merhaba” diyor ve devam ediyor

“(...) Dağ gibi hasretle doğuyoruz yangınlar içinde kavrulmuş vatan topraklarına. Hasretimiz ki, adı sosyalizm; hasretimiz ki, adı özgür vatan!

Ve biliyoruz ki, bir kez olsun selamlaşmadığımız dostlarımızla aynı ekmek için, aynı hasret için, aynı hürriyet için ölebiliriz. Bunun gücü ile hissediyoruz ki, gerçek dostlar hep yanıbaşımızda, aramızda…

İşte bugün aynı ekmek, aynı hasret ve aynı hürriyetimiz için yakılan türkülerimizi söyleyeceğiz. Bu üç saate neleri neleri sığdıracağız birlikte. İnançlarımızın ve ideallerimizin türkülerini... İdealleri uğruna kavgada düşenlerimizin türkülerini… Sevdalarımızın, acılarımızın, ağız dolusu gülüşlerimizin türkülerini… Yoksulluğumuzun ve iç çekişlerimizin türkülerini. Ve tabi ki sevinciyle, acısıyla bir yürek olmayı başarabilen halkımızın türkülerini...”

Gümbür gübür akıp geliyor, şarkılar türküler...

Ve çocuklarımız...

Geleceğimiz olan bebeler. Çektiğimiz kahır sizin için dedirtircesine birer birer akıp gidiyorlar gözümüzün önünden. Midyeci, boyacı, kağıt mendil satan çocuklarımız. Kürtçe bir türkü, sözlerini anlayana da, anlamayana da aynı duyguyu hissettiriyor.

“Sen sevda... sen umut... (tu evin tu hevi...)

Seni kucaklamaya geliyorum seviyorum seni ülkem...”

İşte ülkesi, çocuğu gibidir insanın, öyle kucaklayası gelir. Ayrı kalamaz. Kimselere veremez, gözünden sakınır.

Özgür olsun ister...

Ve bebelerimizin öyle bir ülkede doğması ve büyümesi hasretidir çektiğimiz. Tu evin, tu hesret...

Ve “Dünyayı size vereceğiz çocuklar.” diyor Grup Yorum.

“Dünyayı size vereceğiz. Allı pullu bir balon, sıcak bir ekmek, koca bir elma ve karşılığında hiçbir şeye değişmeyeceğiniz pamuk şekeri gibi.

Sizin olacak dünya, Afrikalı çocuk açlığı rüya bilecek uyandığında, arılar en taze çiçeklerden derleyecek balını onlara, Lübnanlı çocukların bir daha kurşun değmeyecek körpecik bedenlerine... Misket bombaları insan öldürmeyecek Irak’ta ve bizim ülkemizde en güzel gülücükleriyle büyüyecek çocuklarımız, iki yaprak marul için çöplükleri karıştırmayacaklar ve düşlerinde hiç ölüm görmeyecekler.

Dünyayı size vereceğiz çocuklar, dostluğu öğrenecek tüm insanlar.

Dünyayı size vereceğiz çocuklar, umutlu türküler fısıldayacağız kulaklarınıza ninniler yerine.

Dünya sizin olacak çocuklar, doyasıya gülebilesiniz diye...”

17 yaşında asılan evlatlarımız ve daha çocuk yaşında faşizmin kurşunlarına hedef olan çocuklarımız... Hepsi “Büyü” isimli şarkıda canlanıyor gözlerimizin önünde. Çocuklarımızın öldürülmediği bir dünya... Ah... Mümkün mü? Beş bin yürek hep bir ağızdan bunu haykırıyor. Bunu diliyor. Hissediyoruz, eminiz.

“Vurmuşlar yiğitleri, öç yürekten çıkar mı?” diyor Grup Yorum.

Bütün Açık Hava cevap veriyor adalet özlemini dile getirdiği sloganlarıyla.

Bebelerimiz adaletsizliklerin, acıların hesabını sormak için büyüyecek. Analar bebelerini kavga için emzirecek. Kurtuluş kavgasına göndermek için büyütecek. Tıpkı Filistin’deki gibi...

Ve İhsan Cibelik sahnede mikrofonu alıyor. 4 yıl sonra aramızda o gülen gözleriyle. Bileklerinde kelepçe yok İhsan’ın. Yaren’ine kavuşmuş, dokunuyor tellerine. Ve illa ki bir derdi dillendiriyor şarkısında:

“Mısri kız derler dereler taşkını

yollar yorgunu, yokuşlar aşkını

direnir düşmana, satmaz aşkını

zindanda düşmanı, direnç şaşkını”

Gençler tempo tutuyorlar “İhsan Ağabey”lerine. Yılların hasreti ve özgürlüğün sevinciyle.

İhsan ise selamlıyor Yorum dinleyicilerini...

Ve yol alıp gidiyoruz buram buram Anadolu kokan türkülerle. Bizim işte türkülerimiz. Bizi bizden iyi kim anlatabilir. O yüzden türkü yakarız acımıza da, sevincimize de. O nedenle türküler bizimdir...

Ege’ye, Karadeniz’e, Akdeniz’e gidiyoruz; diyar diyar dolaşıyoruz, dost dost ille de kavga diyerek...

Ve Komutan Che, alev alev gözleriyle bize bakıyor sahneden. Yorumcular “Hasta Siempre” diyorlar.

Carlos Puebla’nın 1965 yılında Küba’dan Afrikaya giden Che için yazdığı şarkıyı dinliyoruz tüylerimiz diken diken...

Elveda diyor komutan Che’ye Yorumcular bir kez daha, başlarında yıldızlı bereleriyle.

biz seni sevmeyi

tarihin yükseklerinden öğrendik

cesaretinin güneşi

ölümü kuşattığında (pusu kurduğunda)

işte burada (duruyor)

tatlı varlığının

kalbe sıcaklık veren saydamlığı

kumandan che guevara

şanlı ve güçlü elin

tarihe ateş açar

bütün santa clara (halkı)

seni görmek için uyandığında

rüzgarı yakarak gelirsin

bahar güneşleriyle..

gülüşünün ışığıyla

bayrağı dikmek için

devrimci aşkın

seni yeni bir davaya ******ürüyor

ki orada senin kurtarıcı kolunun

gücünü (sıkılığını) bekliyorlar

biz mücadelemize devam edeceğiz

tıpkı sen yanımızdayken olduğu gibi

ve fidel’le sana diyoruz ki

sonsuza kadar, komutan...

Ve dünya halkları akıp gidiyor Che’nin enternasyonal yüreğinden bizim sahnemizin ekranına.

Halkların yüreğine ekilmek istenen nefret tohumlarına inat, bir bir akıp gidiyor halkların direnişleri, bağımsızlık özlemleri ve zaferleri sahneden. “Dünya Halkları Kardeştir” diyor Yorum.

“Dünya bizim, onlara kalmayacak!” diyor ve her dikilen bayrakta zaferi anlatıyor akıp giden görüntüler. Öldüğümüz yer de zafer, diktiğimiz bayrak da zaferimizdir.

Afrikalı çocukların kara gözlerinde, Mao’nun, Ho Amca’nın yürüyüşünde ille de sosyalizm dedik.

Sovyetlerde selamladık ustaları ülkemizden.. Lenin’in işaret eden parmağı devrimi gösteriyordu. Lenin’in gözleri üzerimizdeydi...

Filistin’den, Küba’dan ellerimizde bayraklarla çıktık. İrlanda’da dünyanın her ülkesinde düşen devrimciler için ayağa kalktık. Ve Türkiye Devrimi’nin önderi Mahir Çayan’la halklarımızın devrim sözünü tekrar duyduk....

Bütün salon ayakta, sosyalizme duyduğu özlemi dile getiriyordu. Ülkemizde de bir gün devrim olacaktı. Ülkemiz de bir gün bağımsız ve özgür olacaktı... Buna bir kez daha inandık.

Halaylarımızla, türkülerimizle devam ediyordu konser. Çoğu zaman çıkıp gittik o salondan. Beyrut’un harabe sokaklarında kan izlerini gördük. Bir bir yazdık tarihin kara kaplı defterine. Ülkemizin kentlerinde ve dağlarında gezdik. Dağlarda Cemo ile birlikte söyledik türkülerimizi, yalan değil.

Hep demedik mi o salondan dışarı taşacak ezgilerimiz diye. O salona sığar mı sevdamız?

O salonun tepesinde bulunan yıldızlara yazdık ahvalimizi.

Orada olamayan tutsaklara, mapus damlarına ******ürdü yıldızlar sesimizi. Tel örgüler arkasındaki işgal edilmiş Bağdat’a ******ürdü. Kuşatılmış ülkelere...

Ve katilin yüzüne tükürdü türkülerimiz.

Katil: Emperyalizm.

İşte böyle, sıradan bir konser değildi yaşadığımız. Konserimiz hayatımızın aynasıdır. Konserimizde anlattığımız her şey yapacak olduklarımızdır. Konserimiz devrim düşümüzü dile getirdiğimiz yerdir.

Halkların acılarına merhem olsun diye söyledik türkülerimizi.

Duyduklarına eminiz. Çünkü Harbiye’de yankılanan, türkülerimizin kardeş sesiydi. Bu ses öyle bir sestir ki dünyanın herhangi bir yerinde haksız yere patlayan tokadı yüzünde hissedenlerin sesidir.

Bizim sesimizdir ki, o sesi ancak ezilenler duyar...

Salondan çıkan beş bin kişinin de kulaklarında o ses yankılanıyordu.

Gün bitmiş, yerini geceye bırakırken geleceğe bakan gözleriyle yeni bir konserde buluşmak üzere vedalaşıyordu Yorum dinleyicileriyle...

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...