Jump to content

Sarper Özsan’la Çokseslilik Üzerine...


ysncn_

Recommended Posts

Sarper Özsan’la Çokseslilik Üzerine...

Grup Yorum

Ülkemizde çoksesli müzik dendiğinde ilk akla gelen isimlerden birisiniz, bir dönem Ruhi Su Dostlar Korosu’nu da çalıştırdınız. Sohbetimize çoksesli müziğin tarihsel serüveniyle başlayalım isterseniz...

Bir kere tarihsel açıdan baktığımızda çokseslilik daha ileri bir dönemde ortaya çıkmış bir durum. Tekseslilik ise benim kendi ifademe göre tarım toplumlarının müziği. Bakın tarih öncesi toplumlarda, yani ilkel-komünal toplumda bugünkü anlamda olmasa da bir tür çokseslilik vardı.

Mesela bir ritüelde* herkes istediği gibi bağırıyor, çağırıyor; içini dökerek, dans ederek, sesler çıkarıyorlardı. Vücutlarının değişik yerlerine birtakım ses çıkaran taşlar, deniz kabukları vb. bağlıyorlardı. Müziğin ilk çıkış noktası olarak görüyor sosyologlar da bu dönemi; bu büyü ayinlerini, ritüelleri gösteriyorlar. Hakikaten orada yapılmış olan çoksesliliğe, yapılmış olan müziğe bir anlamda çoksesli diyebiliriz.

Bugünkü anlamda değil ama yine de herkes çok farklı bir şey söylüyordu. Şimdi, görüşüme göre, Tarım Devrimi ile birlikte insanların toprağa yerleşmesi, tarımı bulup, az çok yiyecek meselesini halletmesi, eskiye oranla çok daha iyi bir noktaya getirmesi, daha ileri bir toplumu da yanında getirdi.

Köleci toplum olarak, feodal toplum olarak bunları biliyoruz tabii ki. Ve o kurumları bir çok yönden eleştirdiğimiz bir gerçek. Ama o günkü dönemde birtakım ilerilikler sağlamış olan nüveler bunlar aslında. Bir önceki döneme göre üretici güçleri daha da geliştirmiş olan düzenler... Şimdi bu açıdan bakıldığında tekseslilik, yine benim tarihteki incelemelerime göre tarım toplumlarında, yani köleci toplumda ve feodal toplumda var. Esas olarak feodal toplumun müziği. O toplumun hangi dönemlerini ve müziğini araştırırsanız tekseslilikle karşılaşıyorsunuz. Mesela Katolik Kilisesi’nde Gregoryen şarkıları var, bunlar erkek papazlar tarafından düzgün bir şekilde teksesli olarak okunuyor. Çalgı dahi yok. Hatta yanılmıyorsam 500’ lü yıllarda falan Ermiş Kleman diye bir adam var, “Bizim için çalgılar, davullar falan gerekli değil. Sadece tapınmanın övünç dolu sözleri bizim için yeter.” diyor. Tek bir ses var gerçekten.

Daha sonra, yine benim görüşüme göre, ilkel çokseslilikten köleci ya da feodal toplumun teksesliliğine geçiş bence önemli bir devrim. Çünkü insanlar önceden birbirine seslerini uyduramadıklarından dolayı böyle bir kavram ya da kaygıları olmadığından dolayı, yani isteyen istediği gibi bağırdığından dolayı kakofonik** bir çokseslilik vardı. Ama daha sonra birbirine seslerini uydurma, akort, çalgıların birbirine seslerini uydurma gibi bir problem çıktı. Yani birlikte çalmak bunu getiriyordu. Yani kaotik bir çok seslilikten düzgün bir teksesliliğe geçiş bence çok önemli bir devrimdi.

Ha ama gerçekten de bu, özellikle belki, feodal bir toplumla, o din baskısı altında insanların bu dünya için değil sadece öbür dünya için çalıştıkları ve hazırlık yaptıkları bir dünya için o tekseslilik gerçekten biçilmiş bir kaftan gibiydi şeklinde geliyor bana. Yani çokseslilik hakikaten olamazdı orada... Ne zamanki zanaatkarlık gelişti, buna bağlı olarak da tüccarlık ve ticaret gelişti. Serfler ve büyük toprak sahipleri arasında bir ara sınıfı ortaya çıkardı ve yavaş yavaş o ara sınıf gelişmeye başladı çünkü. Zanaatkarlık ne demek? Bir el işinde uzmanlaşmış olmak demek. Bir el işinde uzmanlaşacaksın ki bir şeyler yapasın. Toplum giderek gelişiyor ihtiyaçları fazlalaşıyor insanlar giderek daha iyi yaşamak iyi giyinmek vb. istiyorlar. Daha iyi tabaklarda, çanaklarda çömleklerde yemek istiyorlar. Daha sağlam ve estetik silahlar kullanmak gerekiyordu. Bu işi de zanaatkarlar üstlendi. Zanaatkarlar geliştikçe, yepyeni bir ruh ortaya çıkmaya başladı. Mesela Rönasans’ı yaratan da bu ruhtur.

Ben bunu -tabi o zaman burjuvazi diye bir sınıf yoktu- bu zanaatkarları ve tüccarları burjuvazinin ataları olarak görüyorum. Yani bugünkü sanayi burjuvazisinin, ticaret burjuvazisinin ataları... Ve zaten zanaatkarlıktan çıktı kapitalizm biliyorsunuz. Yani adam önce kendisi yapıyordu boşta kalan serflerden merflerden varsa tabi adamları yanlarına alıp işçi olarak çalıştırdılar.

Artık toplumda o kadar çok o türlü duyan ve düşünen kişi olmaya başladı ki, baskın hale gelmeye başladı. Rönasansla birlikte bu en çok sanatta kendini ortaya koydu. Ama burjuvazinin önünde başka engeller de vardı. Başta en büyük feodal: kilise. En başta onunla mücadele etmeleri gerekiyordu. Her şey yüzyıllık bir dönemde işte bizim reform falan diye okuduğumuz şeyler.

O dönemde çoksesliliğin ortaya çıkışına ilişkin bilgi verebilir misiniz?

Şimdi benim görüşüme göre ona herhangi bir yerde rastlamış değilim. Gerçekten de tam burjuva kültürünün ortaya çıkmasına paralel olarak doğuyor. Çok seslilik 1100’lü 1200’lü yıllarda batıda, batı toplumları arasında hatta kilisede falan ortaya çıkmaya başlıyor.

Mesela özellikle kilisilerde, bugün de hala geçerliliğini koruyor. Çoksesli koro tarafından, aynı anda farklı sesler basarak şarkılar seslendiriliyor.

İşte tamam bütün bunlar aslında bir sese, ikinci ses katılma şeklinde oldu. Şimdi çok teknik detaya girmek istemiyorum, önce ikinci ses katıldı, daha sonra üçüncü ses katıldı. Bütün sesler birbirinden ayrılmaya başladı. Nasıl ki insanlar artık giderek daha bağımsız düşünüyorlarsa çok seslilik tam o tarihlerde girdi. İşin ilginç yanı hangi ülkenin feodalizmi çözülüyorsa o ülkeye çok seslilik giriyor.

Ülkemizde de TRT, halk müziği, konservatuar çevreleri halk müziğinde çoksesliliğe uzun süre mesafeli yaklaştılar.

Evet, her çoksesli müzik yasaklanmıyordu belki ama, haksızlıklar da yapıldı tabi. Şimdi bir denetim kurulu vardı. O denetim kurulu müziği bozan, yozlaştıran tarzları yasakladı. Arabesk mesela... Çoksesli ama bu tür müziğinin bünyesine uygun bir çok seslilik değil mesela. Tabi bu arada haksızlıklar da yapılıyordu.

Ülkemizdeki ilk örneklerine hangi dönemde rastlanıyor?

Bu tür durumlarda tam bir tarih vermek mümkün değil ama batıya açılımla, hatta tanzimatla falan başlıyor. III. Selimler şunlar bunlar falan yurtdışından İtalya’dan falan birtakım besteciler getirtiyorlar. Sultanlar için bile besteler yapılıyor. Onların CD’leri falan çıktı aslında. İşin ilginç yanı bizim padişahlarımız da batı gibi çok sesli besteler yapmışlar. Demekki o dönemde batılılaşma meselesiyle birlikte çok seslilik de girmiş.

Feodalizmin sonlarına doğru yavaş yavaş o çok sesliliğin girmesi var ya o çok sesliliğin girmesi önce bizim paralel beşli dediğimiz sese yatkınlığı var. Batıda da çok seslilik onunla başlamış. Bizde de öyle. Mesela bizim aşık düzeninde bağlama çalarken bir yerden sonra paralel beşli dediğimiz aralığı oluşturur, onunla çalarlar. Mesela Aşık Veysel’in çalmalarında vardır iki tele birden basar ve paralel beşli çıkar.

Yani bazı halk müzikçi arkadaşlarımız bizim müziğimizde çok seslilik var derken bunu kastediyorlar. Birde onun dışında pedal sesleriyle yapılmış olan bir çok seslilik var ama bunlar daha ilk ürünlerini gösteriyor. O bakımdan halkta rastladığımız bu tür çok seslilikler, bizim bugün anladığımız anlamda bir çok seslilik değil. Bu tür bir çok seslilik (armonik, akor sesler) tanzimatla birlikte ucu ucuna başlamış ama esas cumhuriyetle birlikte hakikaten gelişmiş.

1950’lerden sonra çoksesli müzikte bir gerileme görüyoruz. 1950’de biliyorsunuz demokrat parti iktidarı ile birlikte ve de özellikle bizim Amerika’ya bağımlılaşmamızla birlikte gerileme de arttı. Yani bizim gibi ülkeleri geriletmek için o kadar ince hesaplar yapılıyor ki şeytanca planlarla yapılmış olan şeyler bunlar. Çünkü biliyorsunuz Amerika’da birtakım kişiler var geleceği öngörüyorlar. Onlarla büyük tartışmalar yapılıyor, bu küreselleşmeydi, postmodernizmdi falan onların belki de 50-60 yıl önce planladıkları bir şeydi. Ve böyle yavaş yavaş altını oya oya sabırlı bir şekilde oraya doğru gidiyorlar. Yani bütün dünyada bunu gerçekleştiriyorlar.

O nedenle bir akım çıktığında hemen üstüne atlıyoruz. Küreselleşme emperyalizmin yeni bir hegamonyası. O açıdan bunların farkına varana kadar epey yol katetmiş oluyoruz aslında. 1950’de gerileme oldu dedik, 1960’ ta bunların düzelmesinde bir parça adım atıldıysa da genel ivme, genel grafik çok da ileriye doğru gitmiyor gördüğüm kadarıyla.

‘50 öncesi dönemde hatırı sayılır çoklukta, nicelikte eser var. Ama önemsenmediğinden dolayı ne kimse çalıyor ne dinleniyor. Halk bilmiyor bile ne yapılmış. Oysa çok güzel şeyler yapılmış. Benim görüşüm şu aslında, Türkiye’de birikim çok fazla. Ama biz bunları doğru bir politikayla biraraya getirip ortaya çıkaramıyoruz.

Halk müziğinde çokseslilik konusunda kendisinden sonrasına örnek olan, yol gösteren bir Ruhi Su gerçeği var. Ruhi Su hakkında neler söylemek istersiniz?

Ruhi Su benim hem kaynak olarak hem insan olarak çok sevdiğim bir kişi oldu. Gerçekten de sanatçı olarak örnek alınacak nitelikleri vardı. Örneğin bir plak mı yapacak o plağı en iyi hale getirene kadar evde çalışır ve plağın bir yüzünü bir defada ikinci yüzünü iki defada alırdı. Yani toplam bir plak süresi kadar 40 dakikada bu işi bitirirdi. Yani 1 saatlik stüdyo parası yeterdi bu iş için.

Yani öyle bir çalışırdı ki evde parçadan parçaya geçişini bile çalışırdı arada ne diyecek, nasıl söyleyecek, şiir okursa bunu nasıl bir tonlamayla okuyacak? Bunların hepsini çalışırdı. Bir defada çıkardı plak. Belki bozuk olan bir şey varsa onu tekrar alabilirlerdi. Ki bugünkü teknolojide biliyorsunuz kelimenin arasından girip kayda bile girebiliyorlar.

Ruhi Bey gerçekten de eğitimli bir sanatçıydı. Ankara Devlet Konservatuarı Opera Bölümü’nden mezun. Hatta bir süre Ankara Operası’nda solist olarak çalışmış, bir sürü oyunda oynamış falan...

Ruhi Su’yu takip eden yığınla kişi çıktı. Ama onun gibi bir yere gelemediler. Bunun altında hep bilgi birikim yatıyordu. Ruhi Su’yu şimdi bile dinlediğinde bazı yerlerde yapmış olduğu o vurgular, la sesini gür ve farklı çıkarması, gerektiğinde yumuşaması hepsi, öyle hadi bunu da böyle yapalım diyen şeyler değildi. Hepsi bir birikimin ürünüydü. O bakımdan yani Ruhi Su bir çok açıdan örnek gösterilebilecek bir sanatçıydı. Ben insan olarak da çok severdim kendisini.

Batı müziği konservatuvarı okumuş bir kişi olarak onun tabi sadece tek sesliliği savunması pek mümkün değildi. İlke olarak bunun çoksesli olması gerektiğini düşünüyordu, ama kendisi besteci değildi o nedenle de yapmış olduğu çoksesliliklerde son derece yalın sesler denedi. Zaten kendisinin de “Bundan sonrası artık bestecilerimize aittir” gibi bir sözünü hatırlıyorum. Ruhi Bey gerçekten de neyi nereye kadar yapabileceğini de iyi bilen birisiydi. Tabi çok daha ilerisi için böyle iddialı şeyler falan yapmadı ama o kadarı bile bir ruh vermeye yetti.

Mesela Dostlar Korosu baştan beri Ruhi Bey’in ilkelerini savunduklarından dolayı hiçbir zaman çok seslilikten yüz çevirmedi. O çok önemli bir olaydı. Çünkü Dostlar Korosu profesyonel müzikçilerin toplandığı bir yer değildi. Şimdi de sanıyorum öyle.

O bakımdan bu ilkeyi sürdürebilmeleri Ruhi Bey’in eseridir. Bu çokseslilik akımını Ruhi Bey başlattı gibi düşünürsek o da doğru olmaz. Ta Ziya Gökalp’ten beri, Cumhuriyet öncesinden beri bu düşünce var ve bestecilerimiz tarafından hep uygulanmış. Ruhi Bey’in değişikliği şuydu, halk türkülerini şehirlerdeki entellektüel, halktan ve halk müziğinden kopuk kesime tanıtması, dinletmesi ve sevdirmesiydi. Böyle büyük bir görevi ve misyonu oldu, hakikaten bunda da başarılı oldu. Daha sonra gelen bir çok ozanımız da Ruhi Su’nun yolundan gitmeye çalıştılar. Bu da gösteriyorki ekol olabilmiş bir kişidir, onu saygıyla anmak lazım.

Dillere dolanan ve bestecisi olduğunuz 1 Mayıs Marşı’nın öyküsüne gelelim isterseniz...

1971-1973 yılları arasında tutukluydum. Çıktığımın hemen ertesinde Ankara Sanat Tiyatrosu, Maksim Gorki’nin Ana adlı romanından Bertolt Brecht’in uyarladığı “Ana” oyununu oynuyordu. Bu oyun, Rusya’daki 1 Mayıs 1905 döneminde yaşanan kıyımı anlatıyor. Brecht; bir bölümü, marşın olduğu bir bölümü boş bırakmış. Yani diyor ki; “İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler.” Ama hangi marş olduğu ortada yok. Ben de böyle bir söz yazdım ve beste yaptım. 1 Mayıs marşı oldu sonra da. Bu marştan iki defa yargılandım. Biri 1974 yılındaydı. Oyunu yasakladılar. Sonra beraat etti. Oyun daha sonra devam etti. 12 Eylül geldikten sonra bu oyuna bir daha dava açtılar. Bir buçuk iki yıl kadar süren dava, zaman aşımından düştü. Tabi ki bu yargılama şarkının müziğinden değil, sözlerindendi. Daha, sadece müziğinden dolayı yargılanma aşamasına gelmedik. Daha sonra müzik dillere dolandı.

Özellikle 70’li yıllarda, devrimci marşların sözlerinin başka marşlar, şarkılar üzerine yazılarak söylendiğini görüyoruz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Şunun çok etkisi olduğu inancındayım. Bu sözleri yazacak besteci yoktu. Bu işin eğitimini alan pek yoktu. Eğitimli olarak sadece ben vardım. Eğitimli kişilerin aynı zamanda bu tip siyasi konularla ilgilenmemesi de önemliydi. Onun dışında bir türkü üzerine söz yazmak, tarih boyunca da çok kullanılan bir şeydi. M. Luther King de ilahiler üzerine protestan kültürünü anlatan sözler yazmıştır. En kolayı da bu olduğu için biz de de o dönem öyle yapılmış.

Bugün yapılan, devrimci müzik hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Devrimci müzik deyince de, senfonik de olabilir ya da sizin yaptığınız gibi müzik de olabilir. Yani halkın yararına olacak her türlü müzik yapılabilir. Halkın yararına olacak her şeyi deneyebilirsiniz. Denemelerde bazen başarılı olunabilir, bazan olunmayabilir. Bundan korkmamak lazım. Samimi olmak lazım.

Şöyle değerlendirmek lazım Rock müziği ya da undergraunduna kadar bir sürü müzik var. Mesela new age var, ne kadar güzel. Benim 27 tane halk müziği tarzında düzenlenmiş çalışmam var. Son derece yalın, rahatça anlaşılabilen, çok sesi var... Tam bir türkü gibi değil ama kendi dokusu var.

İnsanları çıkmaza sürükleyen bir nitelikte olmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani o bakımdan ben koyarım. Biçim olarak da esas olarak kahire müziğinden arap müziğinden alınmış. Arabeskçilerin bütün iddialarına rağmen ilk arabeskler Kahire müziğinden olduğu gibi alınıp söylenmiş şeylerdir.

Kanımca her türlü müzikler, rock da olabilir, caz da olabilir, ama bu türlerin olması çeşitlilik sağlar. Bağnaz bir şekilde illa böyle demiyorum. Yani sizin de düşündüğünüz gibi halk için bir şeyler yaptığınızda, onların da seveceği bir yaklaşımda bulunulması gerektiği inancındayım. Bazı arkadaşlarımız gerek mesleki yetersizlikten dolayı yanlış şeyler yapıyorlar, yapsınlar. Hiç önemli değil, ben bunları özel olarak eleştirmiyorum, bana özel olarak sorsalar, armonik olarak, vs. şunu şöyle yapmak lazım falan derim, ama bu itici bir tarzda değil, tam tersi geliştirici olmak lazım diye düşünüyorum.

Grup Yorum, Ruhi Su’lardan bugüne muhalif ve çoksesli müzik geleneğini taşıyan gruptur. O dönemin devrimci müzik geleneğini bugüne taşıdınız. Müziğinize teknik olarak bazı eleştirilerim olsa da, bu anlamda yeriniz önemli diye düşünüyorum.

Yapılan müzikle halkın, dinleyicinin müzikal algısını eğitmek, ilerletmek mümkün. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şimdi bir kere en iyi öğretmen eserlerin kendileridir. Yani diyelim ki vivaldi müziğini kırk kere dinle sana birşeyler öğretir. Diyelim ki batı resimler öğrenmek için sadece açıp bak sana bir şeyler verir. Yani sanat müziği ile insanları karşılaştırmak gerekir.

Ortaokullarda, liselerde eğitim çok önemli. Şu anda müzik öğretmenleri halkın kulağını eğitme yolunda değiller. Eskiden köyde dedeler, aşıklar, iyi türkü okuyanlar eğitirdi, radyolar eğitirdi. Şimdi her şey eğitiyor. Şimdi işte halkın kulağını eğiten işte unkapanının kabzımal prodüktörler ile reyting peşinde koşan radyolar ve televizyonlar var. Öyle bir düzen gelmeli ki ciddi bir şekilde hakikaten bu işi bilenlerin eline vermeli. Radyoları kanalları yönlendirmeli, hele hele bu ruh ortamı yaratılırsa çok kolaylıkla olacak şeyler.

Ama bir şey daha var ki, bizim şimdiden hazır olmamız gerekir buna. Yağmura birdenbire tutulmak olmaz. Bakmışsın devrim olmuş ne yapacaksın olmaz. Bizim kafamızda bu konular berrak olmalı. Herkesin kendince görüşleri vardır enteresan görüşlerde çıkabilir. Bunlar tartışılarak konuşarak, ortaya çıkacak yeni yeni şeyleri çıkartırız diye düşünüyorum.

*Ritüel: Gelenek haline gelmiş

**Kakafonik: Kulak tırmalayan sesler yumağı

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...