Jump to content

Özgürlük Özlemiyle İsyana Duran Bir Yürek: Babek


ysncn_

Recommended Posts

Özgürlük Özlemiyle İsyana Duran Bir Yürek: Babek

Ümit Zafer

Adım Babek...

Evvel zaman içinde yaşadım. Ve İsa’ dan sonra 838 senesinde, Irak’ın Samara kentinde öldüm. Abbasi Sultanı Mu’tesim, işkenceyle parçalattı bedenimi. Tenim acıdı, ama ah etmedim. Canım yandı, lakin aman dilemedim. Öldürüldüm ama işte, şimdiki zaman içinde de varım. Bu bir mucize değil, takdir-i ilahi hiç değil. Nasıl mümkün olduğunu ise, emrini verdiği katliamı seyrederken Mu’tesim’in yüzüne haykırmıştım:

“... bütün müstebidler (zalim hükümdarlar) gibi sen de yanılıyorsun. Çünkü benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek’le başlamıştır, ne de Babek’le bitecektir. Ey zavallılar, siz hiç bir zaman özgürlük yangısının ne demek olduğunu anlamayamayacaksınız. O dehşetli yangı ki, yüreği yakıp küle çeviriyor. Özgürlük, o ister tatlı olsun, isterse acı; yalnız oydu benim secdegahım! Ve müstebid ki beni öldürüyor, o da hiçbir zaman anlamayacak ki, ölümü ile özgürlük fedaisi büsbütün yok olmuyor...” (1)

Anadolu’dan Mezopotamya’ya bu topraklar çok işgal, istila görmüşlerdir. Ve elbette, zulme maruz kalan topraklarda, isyanın boy atması olmazsa olmaz bir tarihsel gerçekliktir. Ki 9. yüzyılda yaşanan Abbasi İstilası da isyanla karşılanmıştır. Azerbaycan’dan Arabistan’a bölgenin yoksul halkı, Hurremilerin bayrağı altında direnişe geçtiler.

Mazdekçi bir inanış olan Hurremilik, ortaklaşmacı ve eşitlikçi bir hayat öneriyordu. Sadece vaatle de kalmıyor, hakim oldukları yerlerde öyle yaşıyorlardı. Mal-mülk ortaklaşması temelinde, eşitlik ve toprağın ürünlerinin hakkaniyet içinde paylaşıldığı bir yaşamdı bu. Kendi toprağının ve dolayısıyla kendi hayatının efendisi olarak yaşamak istiyordu Hurremiler. Bu isteğin isyana dönüşmesi, elbette kaçınılmazdır. Zira, mazlumların istekleri ile zalimlerin arzuları daima çatışma halindedir. Kendi toprağının efendisi olmak isteyen halk ile, halkın başına kendilerini sultan atayanların çıkarları her zaman çelişki halindedir. Bu çelişkinin bir yanı zulüm ise, diğer yanı isyandır. Ve 9. Yüzyılda Abbasi zulüm ve sömürüsüne karşı isyan edenlerin başında, Babek önderliğindeki Hurremiler gelir.

* * *

Babek isyanına geçmeden önce, Mazdekçilik hakkında gereken bilgi notunu düşelim:

M.S. 496’larda, Sasani saltanatının hüküm sürdüğü İran’da, Mecusi bir rahip olan Mazdek, halkın yoksulluktan kurtulması için insanlararası eşitlik ve mal ortaklığının şart olduğunu ileri sürdü. Madem ki, diyordu Mazdek; insanlar Tanrı’nın kulları ve Adem’in çocuklarıdır, o halde herkes malca eşit olmalıdır. Değilse, ihtiyacı olan, diğerinin malını kullanmalı ve hiç kimse bu haktan mahrum kalmamalıdır. Mazdek’in düşüncelerinin yoksul halktaki karşılığı isyan oldu.

Bir süre başarılı olan ve Sasani saltanatını sarsan isyan, daha sonra kanlı bir şekilde bastırılır. Ama Mazdek’in düşünceleri ve isyanı, değişik biçimlerde sürer. Hurremiler, bu inancın düşünsel torunları sayılırlar. Ki Hurremilerin Babekiler kolundan başka, Mazyarlar kolu da vardır. Onlar da aynı dönemde ve tarihte ilk kez kızılbayrak kullanarak isyan etmişlerdir.

Hep olduğu gibi, o zaman da isyanı var eden, halkın yaşadığı koşullardı. Bu nedenle nice asi katledilse de, isyan hep var olur. Sefahat süren Abbasiler ve işbirlikçilerinin dayattığı sefalet koşulları da, halkın öfkesini büyütüyordu. Bu öyle bir öfkedir ki, akacağı yatağı bulduğunda şiddetinin önünde durulamaz. Çünkü artık mazlumlar isyana durmuştur.

İşte bu isyanlardan birisini, 808-809 yıllarında, Azerbaycan’ın dağlık bölgesinde yaşayan Hurremiler başlattılar. Hurremiliğin Cavidaniye koluna bağlı olan isyancılar, Abbasi zulüm ve sömürüsüne karşı çıkıyorlardı. Ve 816 yılında Babek’in önderliğinde isyanı daha da büyüttüler. Bölgedeki Türk, Kürt, Ermeni, İranlı, Arap halk, Babek’in etrafında birleştiler. “Kurtarılmış bölge” diyebileceğimiz bir şekilde, oluşturdukları yerleşim yerlerinde hakça yaşamaya çalıştılar. Ve lakin bu halleriyle, Abbasi hakimiyeti altındaki bölgelerde yaşayan diğer yoksullar için “kötü” örnek oluyorlardı. Böylesi örneklerin bulaşıcı olduğunu en iyi egemenler bilir. Bu nedenle de yok etmek isterler. Yine istediler, saldırdılar, katlettiler.

Sayısız defa, Babek güçlerinin üstüne ordu yolladılar. Ama Abbasi orduları, her defasında bozguna uğrayıp geri döndüler. Ve her çarpışmadan sonra, Babek’in halkın yüreğindeki yeri daha da sağlamlaştı. Gücü ve etkisi yayıldı.

Abbasi orduları, defalarca Babek güçlerinin peşine düşmüş ama her defasında kayıp vererek geri çekilmişlerdir. Yenilginin hırsıyla, bölgenin yoksullarının kanını dökmek, halife ordusunun ahlakına uygundu. Ki sayı ve silah bakımından, bu ordu ile Babek güçleri kıyaslanamaz bile. Abbasi ordusu güçlüdür ama Babekilerle baş edemez.

Önce halife Me’mun, ardından halife Mu’tesim’in gönderdiği ordular, Babek önderliğindeki halk güçleri tarafından yirmi küsur yıl boyunca bozguna uğratılmışlardır.. Bir tür gerilla-milis gücü oluşturan Babek, Abbasi düzenli ordularına darbe üstüne darbe vurur.

Abbasi orduları, dağların geçit vermezliğine, şiddetli soğuk ve zahmetine, halk güçlerinin öfkesine karşı duramazlar. Çünkü zorluklara karşı kendilerini diri tutacak haklı bir inançtan yoksundurlar. Bu temel eksiklik, para ile giderilmeye çalışılıyordu. Abbasi halifesi, isyanın yok edilmesi için, paralı askerlerine servet vaat ediyordu:

“... Mu’tesim, Afşin’i Babek’le karşılaşmaya gönderdi ve bütün dağlık bölgelerin hakimliğini ona verdi. Mu’tesim, Afşin’e gönderdiği erzaktan pay, maaş, yardım ve Cibal hakimliğinin yanısıra, onu ata bindiği (vuruştuğu) gün için on bin dirhem, ata binmediği (vuruşmadığı) gün için ise beş bin dirhem vereceğine söz verdi. Ayrıca yola koyulduğu gün, ona bir milyon dirhem bağışladı. Afşin, Babek’le bir yıl boyunca vuruştu ve bir çok kez yenildi....” (2)

Babek’in başarılı olmasının nedeni, sadece dağları mesken tutması değildi elbette. Bu, tali bir etkendi. İşin esası, halkın Abbasi işgaline boyun eğmemesi, zulme ve sömürüye karşı durmasıydı. Ve halk konuşacak ağız buldu mu, asla susmaz! Tarihin o kesitinde, halkın direniş ve savaş narası, Babek’in dudaklarında büyüyordu. Tam da bu nedenle kesilmek istenen dil, ezilmek istenen baş Babek’e aitti. Ama şimdi Babek, isyanın her yanda yankılanan sesiydi. Ki hiçbir işgalci güç, halktan daha çok ve güçlü değildir. Envai çeşitte ve devasa boyutta silahları olsa da, kendilerini ne kadar tahkim etseler de, halk tarafından kuşatılmışlardır.

Bölgenin Türk, Kürt, Fars, Arap, Gürcü, Ermeni halkı, istilacı Abbasi ordularına boyun eğmiyor ve içlerinden çıkardıkları Babek’e direniş gücü veriyorlardı. Babek’i var eden temel neden buydu. Onca güçlü sayılan Abbasi ordusunun yenilgisinin ana nedeniyse, işgalci olmalarıydı elbette.

İşgal, halk için katmerli sömürü, zulüm ve aşağılanma demektir. Boyun eğenler için işgal, kendi toprağında yabancı ve işgalciye köle olmayı kabullenmektir. Ama şu ya da bu biçimde olsa da, halk işgale karşı koyar. Kılıçla işgale gelenlere, öfkeyle karşı çıkılır. Bu denklemde, zalimin elindeki hiçbir kılıç, mazlumun çıplak öfkesinden daha keskin değildir. Çünkü o öfke, zulüm ve sömürüye maruz kalınan her an ve her yerde bilenir. Geriye kalan, o öfkeyi kınından çekip zalime indirmektir. İşte Babek’in yaptığı da budur.

***

Babek’i savaş meydanlarında yenemeyen Abbasi muktedirleri, hileye baş vurdular. Teslim olması karşılığında bağışlanıp, bulunduğu bölgenin yöneticiliğinin kendisine verileceği vaat edildi. İşbirlikçi bir toprak beyine dönüşmesi için zemin sunuldu. Af karşılığında Babek’ten istenen, inancını, davasını terk etmesiydi. Bunlar terk edildikten sonra, zulüm çarkının bir dişlisi olmak kaçınılmazdı zaten. Babek, böylesi vaatleri reddetti ve halkın elindeki kılıç, yüreğindeki özgürlük ateşi olmaya devam etti. Savaşın seyri kendi aleyhine geliştiği zamanlarda bile, tavrında bir değişiklik olmadı. Kuşatıldığı sırada, kendisine af senedi yollayan Afşin’in elçisine gereken cevabı verdi: “Bunu Afşin’e ******ürüp dersin ki, böyle şeyler sana lazım olur bana değil!” (3)

835 yılına girildiğinde, Afşin komutasındaki Abbasi ordusu, Hurremilerin yaşadığı toprakları kan deryasına çevirdiler. Çoluk çocuk demeden, Hurremilerden kim olursa olsun, “İslam adına” kılıçtan geçirildiler. Elbette bunca zulmün asıl sebebi, altlarında taht olup başlarında taç taşıyanların, “Bu devran hep böyle dönsün” arzularıydı. Çünkü isyan, tahtları sarsıyordu.

Hurremilere yaşam hakkı tanınmıyordu. Ya ölecek, ya da Abbasilere köle olacaklardı. Olmadılar ve öldüler. Öldürüldüler ama teslim olmadılar. Kendi hayatlarının efendisi olma haklarını sonuna kadar savundular. Ve zaten hakları için direnip savaşmaktı özgürlük denilen şey...

837 yılında Babek, yanındaki güçlerle beraber kuşatıldı: “... Babek’in kenti, büyük ve zor bir kuşatmadan sonra fethedildi. Babek orada bir tepede saklandı. Bütün ailesi ve arkadaşları esir düştüler. Mu’tesim onu bağışlayıp senet gönderdi. O ise senedi yırtıp, uygun olmayan sözler söyledi. Sonra o, bir dağdan aşarak başka bir dağa gitti.” (4)

Ne ardına düşmüş kirli kılıçlar, ne de af vaadleriyle ilgili değildi Babek. Onun için önemli olan, direnişi yeniden örgütlemekti. Bu amaçla, deyim yerindeyse illegal çalışmaya geçti: “... Babek, tüccar kılığına girip, tüccar gibi hareket ediyordu.” (5)

Pusular, kahpelikler zamanı başlamıştı artık. Abbasi zulüm çarkı, ne olursa olsun Babek’i ele geçirmek için dönüyordu. Ölü ya da diri getirene, altın ve makam verilecekti. Özellikle çevredeki toprak beylerine haber gönderiliyor ve Babek’i bulmaları isteniyordu. Bu isteğin gereğini, Arran Emiri Sunbat yerine getirdi. Yardım vaat ettiği Babek’e tuzak kurup, Abbasi güçlerine yakalattı.

***

Tutsak düşen Babek, halife Mu’tesim’in mekan eylediği Irak’ın Samara kentine getirilir. Bir filin üzerine bindirilerek dolaştırılır. Böylece yol boyu hem aşağılanmış, hem de teşhir edilmiş olacaktır. Hesap budur. Denilebilir ki, geçmişten bugüne zalimlerin baş vurduğu kirli bir tezgahtır bu. Ama benzeri her şey gibi, Babek’in haklılığını gölgeleyemez elbette.

Mu’tesim ile Babek’in karşılaşması, zalimlerin ve mazlumların tarihsel karşılaşmalarının özeti olarak yaşanır. Eleri bağlı ve işkence altında olsa da, mağrur olan Babek’tir. Taşıdığı haklılık ve taraf olduğu kavganın gücü, davranışlarında da somutlanır.

“... Babek, Mu’tesim’in yanına geldiğinde Mu’tesim ona şöyle demiş, ‘Ey Babek, sen öyle bir şey yaptın ki, hiç kimse öyle bir şey yapamamıştır. Şimdi de hiç kimsenin tahammül edemeyeceği kadar tahammül etmelisin’. Babek de, ‘Yakında benim tahammülümü görürsün.’ demiş. Mu’tesim, ‘Bunun iki elini benim gözümün önünde kesin!’ diye emir verdi.” (6)

Ne ah eder, ne aman diler Babek. İnancının sonsuzluğundan kaynaklanan sınırsız tahammülüyle, maruz kaldığı onca eziyet karşısında bile, direngen mesajlar vermenin çabasındadır: “... Mu’tesim, onun ellerinin ve ayaklarının kesilmesini emretti. Onun bir elini kestiklerinde, öteki elini kana batırıp yüzüne sürdü ve yüzünü gözünü kanla kıpkırmızı yaptı. Mu’tesim, ‘Ey it, bu ne iştir?’ diye sordu. Babek şöyle dedi: ‘Bunun başka bir anlamı var. Siz benim ellerimi ve ayaklarımı keseceksiniz. İnsanların yüzü, bedenlerindeki kan nedeniyle kırmızı oluyor. Kan bedenden akıp gittiğinde, yüz sararır. Bedenimden kan akıp gittiği zaman halk, ‘Yüzünün rengi korkudan sararmıştır.’ demesin diye yüzümü kana boyadım.” (7)

Babek’in bu son eylemi, zulmün tarihsel yenilgisine atılmış kanlı bir imzadır. Bu eylem, ölümün yenilgisine ve zulmün iflasına vurulan şanlı bir mühürdür ki, dünyanın ve tarihin her yerinde, zulme boyun eğmeyenlerin “son” tavırları da benzerdir. İşte Spartaküs ya da Bedreddin... İşte Pir Sultan ya da Bruno... İşte Che ve Adalılar... Zaman ve mekanı aşan tarzda, aynı “son”un sonsuzluğa uzanan davranışlarıdır bunlar.

“Ona acı çektirmek amacıyla Mu’tesim, cellada, kılıcı onun iki alt kaburgasının arasından yüreğine sokmasını emretti. Bunu yaptıktan sonra, Mu’tesim’in emri üzerine onun dilini kestiler, onun vücudunu darağacına astılar. Başını Bağdat’a ******ürüp, köprü üzerine bir ağaca taktılar. Sonra aynı başı, Horasan’ın kent ve kasabalarında dolaştırdılar. Nedeni ise şuydu ki, o, halkın yüreğinde kök salmış büyük bir nüfuza sahipti.” (:huh:

İsyan narası atmasın diye dili kesilen, kılıç tutmasın diye elleri kopartılan ve eğilmeyen başı vurulan Babek’i, halkın yüreğinden çıkarıp atamadılar. Muktedirler, Babekleri katlettikçe halkı sindirebileceklerini sanırlar. Oysa hayat, başka bir gerçeği kanıtlar daima. Zulmedenlerin, kabul etmek istemeseler de, kaçamadıkları bir gerçektir bu. Çünkü Babek haklıdır: “Benim destanım öyle bir destandır ki, ne Babek’le başlamıştır, ne de Babek’le bitecektir...” Babek haklıdır çünkü Kerbela’dan Baba İshaklara; Paris Komünü’nden Fidanlara aynı özgürlük destanıdır bu. Ki şair de haklıdır:

“... Bitmedi daha sürüyor o kavga

ve sürecek

yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek...”

* Alıntılar, Said NEFİSİ’nin “Babek” isimli kitabından alınmıştır. (Berfin Yayınları - 1998)

(1) Syf 6, (2) Syf 79, (3) Syf 132, (4) Syf 122

(5) Syf 123, (6) Syf 101, (7) Syf 150, (:D Syf 154

Link to comment
Share on other sites

  • 1 ay sonra...

SEVGİLİ KARDEŞİM KALEMİNE DİLİNE SAGLIK...

ŞU TÜRKİYE'DE KAÇ KİŞİ BİLİYOR ACABA BABEK'İ AFŞİNLER, İSTİLACI KOMUTANLAR HEP TARİH KİTAPLARINDA AMA HALKINI SAVUNAN, EŞİTLİKÇİ ÖZGÜRLÜKÇÜ TÜRK OĞLU TÜRK ŞANLI BABEK'İ HAYATINDA DUYAN VARMI? SOSYALİSTİM DİYENLER BİLE BİLMİYOR NE YAZIK HALBUKİ LENİNDEN MARKS TAN BİNLERCE YIL ÖNCE SOSYALİZMİ HAYATA GEÇİRMİŞ, BİR CHE DEN NE EKSİĞİ VAR. ZALİMİN ZULMÜ VARSA TARHİMİZDE NİCE BABEKLER DE VAR.

TEKRAR KALEMİNE SAGLIK

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...