Jump to content

Munzur Özgür Akacak!


ysncn_

Recommended Posts

Munzur Özgür Akacak!

Pınar Durmaz

Munzur isimli bir çobanın, ağasına gösterdiği kerametin öyküsüdür Munzur suyunu kutsal kılan. Çoban Munzur’un kerametini görenlerin onun elini öpmek istemesi üstüne, panik olup kaçmasının ardından adımını attığı her yerden sular fışkırması üzerine bu efsane, o günden bugüne anlatılagelmiştir.

“Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar. Şimdiki Munzur Irmağ’ının kaynağının olduğu yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz su fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar. Attığı her adımda, bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.”

Böyle anlatılır hikâye…

Efsanelere dayanır Munzur… Efsanelerle anlatılır Dersim…

Kutsaldır o topraklar. Taşı toprağı öpülecek, suyu alıp şişelere konulacak, saklanacak kadar kutsaldır… O topraklara verilen bir armağandır, değerlidir, korunması gerekendir. Munzur Delidir, akar durmadan.

Çağıldar dostun düşmanın yanıbaşında. Kucak açar dostlarına, düşman ise yanıbaşındadır ama ulaşamaz ona. Sevilmeyendir. Murdar olandır.Yüzünde nur olmayandır…

Nice kahramanlığa ve acıya tanık olmuştur Munzur. Kana bulanmıştır suyunun rengi kimi zaman. Topraklardan süzülüp gelen kan değiştirmiş, kızıllaştırmıştır rengini… Ve her düşenle birlikte daha da kutsallaşmıştır halk için. Üstüne binbir hikâye anlatılır…

“Dersim’e sefer olur zafer olmaz.” der Seyitleri… ’38 ‘isyanı’nda dağı taşı saran askerin cellâtlığı hala anlatılır. O günden bu yana da ne kuşatma biter Dersim’de, ne direniş. Dağlarında silah çatıp, mavzer atanı hep bulunur…

Bu yüzden önemlidir Dersim, sırf dağlarının heybetinden, Munzur suyunun lezzetinden değildir yüreklerimizdeki sevgisi. Bir tarih yaratılmıştır o topraklarda; bu yüzden kutsaldır, önemlidir, korunmalıdır Dersim.

Gittik, gördük bir kez daha o toprakları… Malum yaz ayı, festival ayı. Ve Dersim’de festival bir başkadır. Öyle başka yerlerde yapılan festivallere benzemez. Mesela kuşatma altında yapılır. Adımınızı attığınız her yerden eli silahlı ve telsizli insanlar çıkabilir örneğin. Helikopterler uçar tepenizden, jandarma cipleri, panzerler, mavi- yeşil üniformalı kolluk güçleri hiç eksik olmaz sokaklarından. Amaç korkutmaktır, amaç sindirmektir, amaç geleni geldiğine pişman etmek, halka gözdağı vermek, susturmaktır. Sahiplenilmesin, kimse bir daha o topraklara girmesin, Dersim onların olsun istenir ama hiç böyle olmaz. Dersim bizimdir. Ve Dersim topraklarında dökülen kanın acısı hala taptazedir…

Evet bir festival daha geçti... “Halkların Kardeşliği Munzur’dan Aksın, Doğa Yaşasın” sloganıyla düzenlenen 7. Munzur Doğa ve Kültür Festivali, 9 – 12 Ağustos tarihleri arasında yapıldı. Belediyenin bu sene seçimler nedeniyle neredeyse baştan savma planlayıp organize ettiği ve geçenlerde yaşamını yitiren eski DEP milletvekili Orhan Doğan anısına düzenlenen festivale katılım, önceki senelere göre daha azdı. Aslına bakarsanız kime sorsanız şikâyetçiydi bu durumdan. Esnaf, gelenin gidenin az olmasından; düzenleyenler, festivalin duyurusunu tam olarak yapamamaktan; dışardan gelenler ise Dersimlilerin misafirperverliğini kısmen yitirmiş olmasından şikâyetçiydi. Neredeyse “dostlar alışverişte görsün” misali bir festival havası vardı sokaklarında Dersim’in.

Dersim merkezde satış için kurulan stantlar vardır. Hem devrimci-demokrat yapıların dergi-gazete gibi yayınlarının satıldığı, hem de normal satışların yapıldığı stantlardır bunlar. Ve normalde festival öncesinde kurulan, ilginin en yoğun olduğu yerlerdir buralar. Ama bu sene öyle değildi. Festival gününe kadar bomboştu sokaklar. Ve gelen giden yok denecek kadar azdı. Festivalin başlamasıyla birlikte ise önceki senelere göre az da olsa, hareketlendi diyebiliriz. Bu sene geliş-gidişi azaltan en önemli yanlardan birisi ise festival öncesi çok boyutlu şekilde yapılan anti-propaganda oldu. “Operasyon var.”, “Dağ taş yanıyor.” havası bilinçli olarak büyütüldü. Fısıltı gazetesinin “Festival iptal edilecek, olay çıkacak.” söylentisini yaymasıyla birlikte de istenilen hava bir nebze de olsa yaratıldı.

Tabi bunda belediyenin 22 Temmuz seçimlerine ağırlık vererek festivalin örgütlenmesine geç başlaması ve seçimler nedeniyle festival tarihinin değiştirilmesinden dolayı daha öncesinde izin alanların geldikleri il veya ülkelere geri dönmek zorunda kalmalarının da payı var kuşkusuz.

Tüm bunlarla birlikte festival gününe gelindiğinde ise karşımıza ilk çıkan şey, Dersim’e giriş yasakları oldu. “Provokatif eylem yapabilme olasılığı olanlar” listesinde ismi bulunanlar il sınırlarından sokulmadı. Tabi bunların kim olduğunu sadece emniyet biliyordu. Ve kimi bu listeye sokacaklarının ise hiç bir garantisi yoktu. Ve diğer günlerde en çok karşımıza çıkan da, özellikle merkezde yapılan etkinliklerdeki keyfi emniyet baskısı ve karmaşaydı. Örneğin gösterilecek filmler listesinde olan ama yasaklanan ve bir türlü gösterilmeyen filmler vardı programda. FOSEM tarafından hazırlanan Kuşatma adlı filmle, Dersim, Başeğmezlik ve Çiçek Ülkesi ( Kemal Özer) ile Çayan Demirel’in hazırladığı Dersim 38 isimli Dersim isyanını anlatan belgesel filmler gösterimden kaldırıldı. Yılmaz Güney’in Yol Filmi ise Festival Komitesi’nin eline ulaşmadığı gerekçesiyle gösterime sokulmadı. Gösterime girmeyen filmlerle ilgili doğru düzgün bir açıklama yapılmazken, yerlerine farklı filmler konularak açık giderilmeye çalışıldı.

İkinci gün etkinlikleri kapsamında yer alan Babil Halk Sahnesi tarafından oynanan Şeytan, Hoca ve Kadın adlı tiyatro oyunu ise emniyetin keyfi baskısıyla karşılaştı. Oyunun oynanması gereken Halk Eğitim Merkezi’ne izin alınmadığını belirten Tunceli Emniyet Müdürlüğü, oyunun orada oynanmasını engelledi ve oyunun yeri değiştirildi. Aynı gerekçe, Halk Eğitim Merkezi’nde sergilenmesi gereken diğer etkinlikler için de geçerli oldu. Yasaq isimli Halk dansları gösterisi, saati ve yeri değiştirilerek Munzur nehrinin yanında kurulan sahnede sergilendi. Tabi tüm bunlarla birlikte değişikliklerden çok dar bir çevrenin haberinin olması da epey sorun yarattı, katılımı etkiledi ve hatta belli bir süre sonra umursamazlığa neden oldu.

Tüm bunlarla birlikte festivalin en coşkulu anı, stad konserleri sırasında yaşandı. İlk gün çıkan isimler arasında Grup Yorum da vardı ve 4 günün en coşkulu konseri o gün oldu diyebiliriz. Yorum’un binlerle buluştuğu, Kürtçe, Zazaca ezgileriyle yer aldığı konserde doruk noktası, dağların doruğundan süzülüp gelen ezgilerin yine dağların doruğuna armağan edildiği “Dersim’in Dağları” ve “Cemo” adlı türkülerin seslendirildiği an oldu. Yorum, Dersim’in en çok da direniş ve dağlar demek olduğunu bilerek seslendi binlere… Binlerin yüreğindekilerin büyümesinin adı oldu. Festival boyunca konserler devam etti ve son gün olan Mikail Aslan konseri ise bunca yıl sonra Aslan’ın Dersim’de verdiği ilk konser olması açısından beklenen ve büyük beğeni toplayan konserlerden biri oldu.

Tabi bunlar festivalin kaba hatları. Tüm festival programını birden anlatmak gibi bir derdimiz yok. Ama değiştiğini ve olmaması gerektiğini düşündüğümüz bazı yanlar var ki değinmeden geçemeyeceğiz.

“Munzur kirlenirse biz de kirleniriz”… O konserlerde söylenen ve Dersim’i anlatan güzel bir sözdü gerçekten. Kutsaldır Munzur, Dersimliler için. Hem de kirlenmesi, kuruması, horlanması insanın içini yakacak kadar. Oysa bu kez bira şişeleri yüzdü üstünde. Çöpler atıldı içine. Bin yılların geleneğine ihanet ediyormuş gibi hissettik o şişeleri gördüğümüzde. Ağıtlar yükseldi kimi zaman göklere… Dersim’de yanan ateşi, onca acıyı, onca kahrı, eziyeti anlatan ağıtlar… Canımız yandı dinlerken, öfkemiz büyüdü ama yükselen ağıtları hissetmeyen insanlar gördük. Ağıtlara rağmen bağırıp çağıran, zıplayan, kendinden geçen insanlar, ağıttan daha çok canımızı yaktı o anda. Ya da Dersim tarihini anlama, kültürüne sahip çıkma, geleneğini yaşatma, baş eğmezliğini büyütme, doğasını koruma amacıyla yapılması gerektiğini düşündüğümüz böyle bir festivale gelenlerin sadece eğlence peşinde olduğunu gördüğümüz anlar yaşadık.

Zorumuza gitti. Giyinişleriyle, oturup kalkışları, hareketleriyle bizden olmayan insanlar vardı o an karşımızda. Garipsedik. Mesela “Geçici dövme yapılır”, “Tarot falı bakılır” gibi “Beyoğlu kültürü”ne ait standların orada da açılmasına anlam veremedik. Hele de Dersim’in yerlisi dediğimiz gençlerin bu standlara gösterdiği ilgi canımızı sıktı. Bizim olmayan, Dersim’e yakışmayan görüntülerdi gördüğümüz.

Tüm bunlara rağmen sevdik Dersim’i. Dersim’de bizim tarihimiz vardı çünkü. 12’lerin sesleri geliyordu halen o dağlardan. Halen kafamızı her kaldırıp baktığımızda, orada gülümseyen yüzlerin, “parıldayan demirleri” tutan ellerin olduğunu bilmenin coşkusunu yaşadık sokaklarında. Biliyorduk ki Munzur’un ve bizim temiz kalmamız için dövüşen yiğitleri var Dersim’in. Onlar olduğu sürece de hep bir yanı temiz kalacak. Ve kutsal olan toprakların bereketi artmaya devam edecek. Tıpkı hikâyelerde de anlatıldığı gibi.

Gelin bunca Dersim’den ve Dersim’in tarihinden bahsetmişken geçmiş bir hikâyeyle bitirelim yazımızı. Tarihten bu günlere uzanan elimiz, yarınlara uzanan bilincimiz olacaktır bu hikayeler… Gözlerimizi Munzur Dağları’na dikiyormuş gibi, Munzur’dan bir tas su içiyormuş gibi arkamıza yaslanıp dinleyelim Munzur suyunun sesini… Daha neler anlatacak kimbilir…

“Direnişten az önce köyümüze atlı, silahlı, kalabalık bir grup gelmişti. En önde beyaz atın üzerinde aksakallı biri vardı. Herkes ona hürmet ediyordu. Ben o zamanlar 10 yaşındaydım. Çocuk aklımla herhalde Düzgün Baba bu diye düşündüm, sordum kim diye. Seyid Rıza dediler.

Bizimkiler Seyid Rıza’ya sonuna kadar sizinleyiz dediler. Ama sonradan ne olduysa oldu bizim aşiret katılmadı. Vur emri gelmiş. Sonra dağ, taş asker doldu. Çok zulüm yaptılar. Dedemin tabiriyle yer ve gök arasındaki her şey yanıyordu. Evler, içindeki insanlar, ormanlar, hayvanlar her şey… Hangi birini anlatayım. Yine böyle bir gün yanan evlerin birinden örgülü sarı saçları tutuşmuş el kadar bir kız çocuk, kanadı yanan bir kelebek misali kendini yanan evin dışına atıyor. Atıyor atmasına ama gel gör ki askerlerle burun buruna geliyor korkuyor, şaşkın bir an donup kalıyor. Sonra sanki bütün bir ömrünü o bir an içinde yaşayıp tüketmiş gibi… Dönüp gerisin geriye bir saniye bile tereddüt etmeden, koşarak yanan eve kendini atıyor. Dedem bu olayı anlatırken elini yüreğinin üstüne koyup, sesiyle ağlayarak, o kızın acısı buramda derdi. Bunun üzerine askerlerin başındaki komutan, elini beline atıp, silahını çıkarıp, kendi başına dayıyor…

Demek ki içlerinde vicdan taşıyanlar da varmış ki çevresindekilere dönüp şöyle diyor: ‘El kadar çocuk ateşten daha çok korkuyor bizden. Biz insanlıktan çıkmışız.’ Ve tetiğe basıyor. Dedem, her insanın içinde merhamet vardır. Fakat zalim insanın merhameti çok derindedir. Dışa çıkması için çok büyük acılar gerekir derdi dedem…

Daha neler neler… Askerlerin eline geçmemek için gelinlik çağında 40 genç kız el ele tutuşup aşağı atıyorlar kendilerini Halvari gözelerinden… Hiç unutmam, dedem bu olayı sık sık anlatırdı.

Gelinlik çağında 40 genç kız el ele tutuşup, atıyorlar kendilerini, Halvari gözelerinden… Çocuk aklımla sordum: ‘Öldüler mi?’... ‘Hayır hiçbir tanrı 40 günahsız genç kızın ölmesine rıza göstermez.’ dedi. Baktık uçurumun dibinde ne kan vardı, ne de kızların ölüsü. Vadiden bakmaya kıyamazsın, öyle alımlı 40 kelebek havalandı.

Ben heyecanla, ‘Kızlar kelebekleri mi ürküttüler?’ diye sordum. ‘Hayır, kelebek oldular’ dedi. Bugün gibi aklımda, aynen şöyle dedim: ‘Ama neden?’ Kelebekler en fazla 3 gün yaşıyor… 3 gün sonra da 1 ay sonra da baktık. Uçurumun dibinde hiçbir şey yoktu dedi. Baharda bizim bu Dersim dağlarının vadileri kelebeklerle dolar… Sen o kadar gezip dolaşıyorsun hiç kelebek ölüsüne rastladın mı? Hadi bakalım sen git uyu, geç oldu.

O günden sonra hep dikkat ettim fakat bu yaşıma kadar tek bir kelebek ölüsüne rastlamadım…”

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...