Jump to content

Sustu Kadın, Öldü Çocuk...


ysncn_

Recommended Posts

Sustu Kadın, Öldü Çocuk...

Denef Demiray

Morarmış parmakları, beyaz örtünün dışına taşmış, el parmakları kasılmış ve açılmamış bir daha…

Sedyenin üzerinde, saçları siyah tel tel saçılmış, örtünün üstüne dökülmüş zifir gibi... Gözleri kapalı, avurtları çökmüş…

Bir ceset yatıyor, sağ omzuna elini koymuş, kapamış yüzünü sedyeye, dizlerinin üzerine yığılmış külçe gibi, sarı saçlı, bukleleri rastgele ensesine dökülmüş kadının yanında…

Hastane görevlisi sokuluyor yavaşça yanına;

- O mu hanımefendi?

Kaldırıyor başını kadın doğrulamadan yerinden, titreterek gözbebeklerini, elmacık kemiklerini, dudaklarını, tüm damarlarını boynunu saran, göğüs kafesini, nefesini, titreterek yüreğini, doğuruyor hayatının en son cevabını;

- Evet. O. Oğlum…

Ve bu öykü burada bitiyor…

Ama aynı öykünün başı da olabilir bu sahne. Sonu da... Biz başa koyalım her şeyi, sonu dediğimiz yerden başlayalım...

Çünkü bazı aynı başlangıçlar, susarsa biri aynı sonuçları doğurur…

Acı bir çığlık atıp yere atıyor kendini kadın. Görevliler kollarına girerek kadını kaldırıyorlar. Kahverengi ayakkabılarının burunları yavruağzı taş koridorda sürtünerek eğri izler bırakıyor…

Ve inleyerek, bütün bukleleri dökülmüş şimdi…

Bir banka oturtuyorlar kadını. Ellerinin arasından kayan çantasını veriyorlar. Oturuyor kadın sımsıkı tutmuş küçük el çantasını, omuzları aşağı sarkmış, gözleri yere kilitlenmiş…

Binlerce cümle geçiyor içinden. “Nasıl anlamadım kullandığını? Uyuşturucuyu yakıştıramadım oğluma, ölümü yakıştı mı şimdi? Yakıştı mı ölüm? Nasıl anlamadım? Neden düşmedim peşine? Neye bakıyordum gözümün önünde erirken? Ben nereye bakıyordum? Neden anlamadım? Neden, neden, neden, ne…”

Çığlık atası geldi kadının nefesinin sonuna kadar, titreyen elleriyle sımsıkı kapattı ağzını, bütün içi üşür gibi titremeye başladı. Soluk ampule dikti gözlerini, sağa doğru kaydı göz bebekleri..

Sola doğru birden yıkıldı… Karardı her şey…

Gözlerini açtığında salonda koltukta yatıyordu. Yüzleri üzüntü içinde buruşmuş tanıdık yüzler ilginç fısıltılı bir koşuşturmaca içindeydi. Sanki saklanacak bir şey var gibi, öldüğünü unutursa hatırlatmak istemez gibi -nasıl unutacaksa- , söyleyecek sözleri tükenmiş, ovuşturulan eller, kaçırılan bakışlar, ağır ki en ağır yas havası…

Birden gözlerinin altı çökmüş bir çocuğa takıldı gözleri. Oğlunun arkadaşı. Fırlayıp kolundan kavradı çocuğu.

- Sende kullanıyor musun söyle bana? Yanında mıydın ölürken? Neden engel olmadın? Neden? Söyle! diye bağırarak iyice sarstı çocuğu. Çocuk boş bir çuval gibi sallandı. Hiç kıpırdamadı yerinden. Kaldırmadı başını… Kadın koşarak mutfağa geçti, hızlıca geri döndü çocuğun yanına. Bluzunun içine sakladığı bıçağı çıkardı bir hamlede ve korkunç çığlıklar atarak saplamaya başladı çocuğun göğsüne… Defalarca, defalarca…

Aynı anda bağırıyordu;

- Neden? Neden sustun söylemedin bana? Neden sustun durdurmadın onu? Nasıl izledin ölümünü? Sustun ve izledin! Sen de suçlusun ölümünden! Ve şimdi en baştaki paragrafı tekrar buraya koyabiliriz son olarak…

Morarmış parmakları, beyaz örtünün dışına taşmış, el parmakları kasılmış ve açılmamış bir daha…

Sedyenin üzerinde, saçları siyah tel tel saçılmış, örtünün üstüne dökülmüş zifir gibi, gözleri kapalı, avurtları çökmüş…

Bir ceset yatıyor, sağ omzuna elini koymuş, kapamış yüzünü sedyeye, dizlerinin üzerine yığılmış külçe gibi, sarı saçlı, bukleleri rasgele ensesine dökülmüş kadının yanında… Ama hayır. Kadının bütün bunlar sadece aklından geçiyordu bir bir. Hatta sonra insanları kovalamak, her şeyi parçalamak, belki kilitleyip tüm kapıları, tutuşturuvermek tüm evi… Ama sadece gözleri takıldı çocuğa…

Önce oğluna ne kadar benzediğini düşündü, sonra onun da ne kadar zayıfladığını, gözbebeklerine baktı iyice, titreyen ellerine…

Uzun uzun izledi çocuğu… Oğluna gerçekten ne kadar benzediğini düşündü. Bir hafta sonra telefon etti annesine çocuğun, davet etti…

Oğlanın annesi tedirgindi biraz, kadınının onunla ne konuşacağını kestiremiyordu. Tek emin olduğu şey, oğlu ile ilgili olduğuydu. Koltukta rahatsız bir şekilde oturuyordu. Kadın yavaş yavaş başladı anlatmaya. Önce bir insanın kendi çocuğunu kaybetmesinin ne kadar büyük bir acı olduğunu tarif etmeye çalıştı. Sonra uyuşturucunun ne kadar yaygın ve kolay bulunur olduğundan bahsetti. Bir yandan konuşuyor, bir yandan çay taşıyordu. Saçları birbirine karışmıştı, üstünde dökük bir elbise… Uyurgezer gibiydi. Ama yine de dikkatini toplayıp anlatmaya çalışıyordu.

En son döndü ve “Bak senin oğlunun kullandığına da eminim. Önlem almalısın. Hatta diyorum ki birlikte uğraşsak, kimler satıyor, bu çocuklar nereden buluyor bunları araştırsak. Semtimizde bir sürü genç var, biz aileler birlikte olsak, mücadele etsek...”

Çocuğun annesi sözünü kesti. Yüzüne anlayışlı olmaya çalışan sahte bir ifade yerleşmişti. Gözlerini hafif kıstı, çay bardağını sehpanın üzerine bırakıp kadının bir elini iki avucunun arasına aldı.

- Senin acını senin kadar anlayamam haklısın canım. Ama benim oğlum asla kullanmaz öyle şeyler. Ben oğlumu tanırım. Ergenlik işte, zayıflıyorlar. Ki zaten o işler karışık işler, bizim gücümüz de yetmez uğraşmaya o tacirlerle. Karışma sen hiç. Dinlen biraz. Şu anda buna ihtiyacın var. Kabul et şu anda pek iyi değilsin.

Kadın yavaşça çekti oğlanın annesinin avuçlarının arasından ellerini, çay bardaklarını tepsiye dizdi usulca. Kalkarken “Sen söylediklerimi düşün yine de...” dedi sessizce.

Daha sonra birçok kez aradı kadını. Hatta birçok anneyi. Kadına destek olan anneler oldu. Hatta çocukları olmayan kadınlar, gençler… Başkaları da aradı. Ama oğlanın annesi sadece dinledi ve sustu… Sustu ve sustu.

Uyuşturucular okullara girdi…

Kadın sustu…

Ellerinde su şişeleri, ağızlarında sakız haplı gençler can verdi kuytularda,

Kadın sustu…

Altın vuruşlar yapıldı tuvalet köşelerinde…

Sustu kadın…

Öldü çocuk….

Morarmış parmakları, beyaz örtünün dışına taşmış, el parmakları kasılmış ve açılmamış bir daha…

Sedyenin üzerinde, saçları siyah tel tel saçılmış, örtünün üstüne dökülmüş zifir gibi, gözleri kapalı, avurtları çökmüş…

Bir ceset yatıyor, sağ omzuna elini koymuş, kapamış yüzünü sedyeye, dizlerinin üzerine yığılmış külçe gibi, sarı saçlı, bukleleri rasgele ensesine dökülmüş kadının yanında…

Hastane görevlisi sokuluyor yavaşça yanına;

- O mu hanımefendi?

Kaldırıyor başını kadın doğrulamadan yerinden, titreterek gözbebeklerini, elmacık kemiklerini, dudaklarını, tüm damarlarını boynunu saran, göğüs kafesini, nefesini, titreterek yüreğini, doğuruyor hayatının en son cevabını;

-Evet. O. Oğlum…

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...