Jump to content

Başlıklı Yazı


ysncn_

Recommended Posts

Başlıklı Yazı

Birgül Çay

Ben bir başlıklı yazıyım; her şeyin anlamını yitirmesi için insanüstü bir çabanın ortasında, ben bir yazıyım, başlıklıyım…

Böylesiymiş makbulü…

Gel gör ki ben korkuyorum başlıklı olmaya. Ya ele verirse başlığım beni? Ya ben kendime, mesela benim adım artık tecrit, dersem ve susarsam tüm sayfalar boyunca; bir hiçliğe çekersem tüm yazdıklarımı, yapayalnızlığı yaşatırsam size?

Bir gardiyanı sayfalarımın arasından çıkartıp, size artık numaralarınızla seslenmeye başlarsam… Mesela sana üç dersem ve dışarı her çıkışında, dışarı dediysem heveslenme hemen, havalandırmaya, revire falan, işte o çıkışlarda senden bir dilekçe istersem… Sorarsam hesabını ağrıyan yerlerinin bile… Hasta olma hakkı bile vermezsem sana…

Bir demir parmaklık olup girersem sevdiklerinle arana, dokunamazsan tüm yazı boyunca. Öpemezsen annenin ellerini... Anne ben ölüyorum bile diyemezsen… Öpemezse annen ağrıyan yerlerinden… Öpüp de geçiremezse… Ya tecrit koyarsam adımı ve sen kendi sesini bile duyamazsan, kızmaz mısın bana?

Gerekir gerekmesine bilirim ama gene de zor gelir başlıklı olmak. Bir kere o başlıktan dışarıya çıkmamak gerek gibi gelir bana. Sınır koymak gerek kaleme. Mesela, savaş mı başlığın, tamam artık tutsağısın savaşın. Tüm konun savaş olacak artık. Anlatacaksın tüm çıplaklığıyla; dilini sert, kalemini keskin tutacaksın. Asla taviz vermeyeceksin bu savaşta en küçük payı olanlara. Bileceksin kalemin kılıçtan keskin olduğunu. Petrol hatlarını, Büyük Ortadoğu Projelerini; demokrasi yalanlarını bir bir dizeceksin kâğıda.

Tüm çıplaklığıyla, savaşı görmeyenlere, sözcüklerinin gözü ile göstereceksin. Kolay mı kardeşim, evlerinden, vatanlarından koparılmaya çalışılan insanların acısını iki çift sözcüğe, bir başlığa sığdırmak? Harcı mı her yazının?

Yan yana yatan ölüleri anlatman gerekecek; ölümün içinde yaşamaya çalışan ama gitmeyen ve oraya kopmaz bağlarla bağlanmış halkları… Oraya ağaçlar dikmiş, oraya çocuklarına ait bir geleceğin tohumlarını atmış bir halkın neden gitmediğini. Neden vazgeçmediklerini… Babaların, oyun çağındaki çocuklarıyla parka değil, savaşa gitmesini, tecavüze uğramaktansa ölmeyi yeğleyen kadınların, yanında hep bir bıçak taşımasını, gündelik yaşamın parçası gibi dökeceksin mısralarından…

Su gibi olacak sözcüklerin… Direnişin, o büyük direnişin, gücünü anlatacak bir kelime bulana kadar akacak…

Tutup bir yerinde yazının, savaş uçaklarını kuş zanneden ve ardından giden çocuğun bir felakete gülümsemesini anlatmak istersen bir başka yazıya bırakacaksın onu… Yahut ikisini birden anlatma gücüne sahip sözcükleri tanıyıncaya kadar bekleyeceksin.

İşsizlik oldu mu başlığın, bir babanın başı önde eve girişinden başka edecek sözlerin olacak. Grev halaylarını, zılgıt seslerini duyuracaksın. Yırtacaksın karanlığı… Bir uçurtma uçacak çocuğun gönlünde, bir uçurtma uçacak geleceğe… Göç olacaksa da başlığın, işte o zaman işin zor… Gidip de gelmemeyi anlatmak… Yaşadıklarından değil yaşamadıklarından üzgün bir gidişte söz, geriye kalan hayatını yalnızca burayı özlemekle geçirecek bir gözde yaş olmak…Son bir kez arkaya bakmak… Bakamamak… Sadece bunları anlatman da yetmeyecek tabi, nedenini anlatacaksın… Fark edilmeden sürgüne gönderilen, dilini bilmez, izini bilmez bir diyarda yitmeden tutunmaya çalışan o yüreğe, nedenini de anlatacaksın… O köyde yaşananlar, gelen çerçiler, yumurta verilip alınan oyuncaklar uygun değilse başlığına, anlatılmayacak. Ama anlatasın var. Köye gelen dengbejin öyküleri düşüverdi birden aklına, bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir dev çıkıp, ne isteğin vardı, diye soruverdi… Oh ne de güzel sardı kış gecelerini kestane kokusu…

Koca kazanlarda nasıl da kaynadı düğün etleri, sen de koşarak vardın oraya… Olmaz ki; senin başlığın, sınırların var… Bilirim, gerekir her yazıya bir başlık… Her şey bir yerde bağlanır birbirine; eğer iyi tanırsan gücün yeter sözcüklere. Bir sözle bini anlatırsın. Kızıl bantların bağlandığı alınları dersin… Yıldızlı kınalar yakılan elleri. Şaşırtır okuyucuyu, bedenler… 19 kiloya düşerler, ayaklar onu bile taşıyamayacak kadar incelir…

Gelip bu yazıya başlık olmak vardır, sürgüne giden dedenin gözyaşına alır sürer bu başlığı, demire su verir gibi sertleştirirsin. Küçük çocuklar vardı ya hani savaşta, haber edersin ona, grev halaylarında bir zılgıt da buradan koparırsın… Ben açarım tecritteki yazımda demir parmaklıkları…

Gelip başlık olmak vardır bu yazıya, açlıktan dökülür sayfaların. Umut taşar başlığından, her şeye rağmen namuslu ve dürüst insanların varlığı, direnişin gücü kamaştırır gözünü… Anlamlarını korumak için başlıklar koyarsın kendine.

Vazgeçmeyiş bir kez daha usul usul değil, gürül gürül geçer yanından… Yazılarına başlık, başlıklarına yazı olur…

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...