Jump to content

Kopuzdan Bugüne Bin Yıllık Türkü: Bağlama


ysncn_

Recommended Posts

Kopuzdan Bugüne Bin Yıllık Türkü: Bağlama

Tavır

40 yıllık bağlama ustası Kemal Eroğlu ile, bağlamayı konuştuk. Deneyimlerini, araştırmalarını ve bağlamaya kattığı yenilikleri kendi ağzından dinledik...

“Tabii, Uzak Asya’da da böyle mi çalınıyordu, geldiği yerde? Böyle pentatonik (beş sesli) bir ses hissi var. Bunda bir tılsım var. Farklı bir şey var. Üç telle, üst düzey bir ses çıkıyor. Kopuzu yedi telli bir bağlama ile sok stüdyoya aynı frekansa getir, aynı “flat”(mat, düz ayar) yap. Birlikte çal, bunun sesi daha çok çıkıyor.”

Orta Asya’dan Anadolu’ya kopuz; yani bugünkü bağlamanın atası. Yukarıda da Kemal Eroğlu’nun dediği gibi üç teliyle tılsımlı sesler çıkaran bir alet. Nasıl bir ilginç armonidir ki, bu kadar hoş tınlayan sesleri bir arada kullanma şansı bulunabiliyor?

Bağlama, atası kopuzla birlikte düşünüldüğünde kökü bin yıldan daha ötesine giden bir çalgı. Diğer birçok Batı çalgısından çok daha önce, toplumlar, kültürler bu çalgıyı türkülerle paylaşıyor, birbirine yakın türleriyle, ufak değişiklikler olsa da aynı duyguları yaşıyorlardı.

Bağlamayı anlatacaksak, kopuzdan ayrı anlatmamız düşünülemez. Soylu bir tarihtir bağlamanınki ve halktandır. Halkın içinde, onun sohbetinde, acısında, kederinde, düşünde, hayalinde, sevincinde… Birçok acıya, savaşa, katliama, mutlu sohbetlere, tarihsel önemde olaylara tanıklık etmiştir. Bir dinleseniz, her bir teli, kendince ama uyumluca anlatır, yaşadıklarını… Nice değerli kişilerin eli değmiştir bağrına, tellerine… Yeri gelmiş, Horasan’dan Anadolu’ya göçen boylarla birlikte dolaşmış, Pir Sultan’la diyar diyar gezip doğruyu, hakikati, zulmü söylemiştir. Yeri gelmiş Alevilerin efsane “telli turna”sı(*) olmuş, muhabbetler, toplantılar görmüştür. Yeri gelmiş Karacoğlan, Dadaloğlu elinde, at sırtında en önemli silah gibi yıllarca gezmiştir. Aşık Veysel’in karanlık dünyasını aydınlatan bir yol gösterici olmuştur. Öyle yabana atılacak bir öykü değildir bu “telli turna”nın öyküsü. Dilden dile, gönülden gönüle, nesilden nesile akan giden büyülü bir türküdür…

Eski dönemlerde göğsü deriden, telleri ise bağırsaktan veya ipekten olurmuş ve tezeneye benzer herhangi bir alet olmadan elle çalınırmış. Perdeleri olmayan kopuzun boyutları, bugünkü standart kısa sap bağlamadan daha da küçükmüş.

13. yy.’da Yunus Emre’nin dizelerine şöyle konuk oluyor kopuz:

Ey kopuz ile çeşte

Aslın nedir bu işte

Eydür aslımdır ağaç

Koyun kirişi birkaç

Ağaç, deri derildi

Kiriş ile bir oldu

Aşk denizine daldı

Bahane yok bu işte

Bugün, Azerbaycan gibi Türkî cumhuriyetlerde kullanılan “tar”ın ve Horasan kültürünün devamı olan İran’daki telli bazı çalgıların da hala göğsünün deriden, tellerinin bağırsaktan yapılması bunun bir başka ifadesi.

Zamanla “kopuz” adı kullanılmamaya başlamış ve yerini başka isimlere bırakmış. Kopuzun tarihimizdeki bu evresini 1900’lü yıllarda yaşamış araştırmacı Mahmut Ragıp Gazimihal şu şekilde açıklıyor:

"Divanlarda kopuzun anılışı hiçe düştüğü, o arada yobaz kalemlerin sazı istihfaf örnekleri tek tük yazıya geçebilmiş göründüğü bir çağda, okur-yazar olmayanların cahilce kötüleme cereyanının kulaktan kulağa şehir halkı arasında daha yıkıcı bir rol oynayacağı pek tabii idi. Neticede, kopuzun hayatiyet ve hatta adı bilhassa Anadolu'da bu baskının açıkça sillesini yedi."

İşte bir dönem Anadolu’da kopuz çalıp türkü söylemek günah sayılmış. Hatta yasaklandığı dönemler olmuş. Bunda, İslam’ın yönlendirmesi çok büyük. “En kötü meslek çalgıcılıktır, onu da öğren, unut”, “Saz çalıp türkü söyleyen cennete giremez” gibi deyimler halka aşılanmaya çalışılmış. Bu yasakların daha sonraki dönemlerde de devam ettiğini gösteren bir örnek de şu:

Derlemeci Halil Bedii Yönetken, 1938’de derleme için Kütahya’ya gittiği bir zamanda davul-zurna ve bağlamanın valilik tarafından yasaklandığını görüyor. Bu durum onu ve arkadaşlarını çok şaşırtıyor. Daha sonra valilikle yapılan görüşmeler sonucunda bu yasak zor da olsa kaldırılıyor.

Yani genel bir yasaklama resmiyette yok, fakat bölgesel yasaklamalar ve İslami inançtaki benzer bakış bunda etkili oluyor. O nedenledir ki bağlama; daha çok Alevilerin çalgısı haline gelmiştir adeta bir dönem. Ve bağlama imalatçıları da genelde Rum'muş. Sonradan baskı ortadan kalkınca bu düşünce değişiyor.

İşte bu tip uygulamaların da etkisiyle kopuz adı yavaş yavaş kullanılmamaya, unutulmaya başlanmış. Saz ve bağlama adı o dönemden bugüne kullanılır olmuş. “Saz” sözcüğü Farsça’dan dilimize girmiştir. Halk ozanlarının çaldığı telli çalgılar için genel olarak kullanılan bir isimdir. Bu dönemle birlikte kopuzun yerine kullanılır olmuştur. Tabii, Acem kültürünün etkisi de yine sebeplerden birisi.

17. yy.’da yaşamış olan Karacaoğlan;

Sarı çiçek sallanıyor naz ile

Dem sürerdim on beşinde kız ile

Ah ettikçe tüter dumanın dağlar

Şimdi öksüz kaldım kırık saz ile

demiş yazdığı mısralarda… Bu, çalgıdan artık saz diye bahsedildiğinin mısralardaki göstergesi. Şiirler, türküler, mısralar; aynı zamanda bize tarihsel dönemlere ilişkin de önemli ipuçları veriyor.

Bağlamada ilk metal tel 15. yy.’da kullanılmış. Bu dönemden sonra da adeta yeni bir çığır açılmıştır. Bundan sonra da tezene kalıpları, yöresel tavırlar ortaya çıkmıştır. Deri göğüsten, ağaç göğüse geçilmiştir, tezene vuruşlarına daha dayanıklı olması açısından. Ve bu bağlama tarihi açısından çok önemli bir gelişme olmuştur. Ayrı bir terminolojiyi de beraberinde getirmiştir. (Bayram Aracı, Zekeriya Bozdağ, Nida Tüfekçi bu araştırma-geliştirmede önemli yere sahip olan icracılardan yalnızca birkaçıdır.) Neşet Ertaş’lar döneminde çok tele vurarak, az tezeneyle çok ses elde edilmiş. Yani bağlamaya zenginlik katılmıştır. Arif Sağ’larla birlikte ise tezene vuruşları melodilere dönüşmüş, armonik çalımlar, batı çalgılarıyla birlikte daha uyumlu çalınabilir bir hale getirmiştir bağlamayı.

Bağlama adı, ilk olarak 17. yy.’da kullanılmaya başlanıyor. Bağlama kelimesinin de yine çalgıya, perdelerin bağlanmasından yola çıkılarak koyulan bir isim olduğu düşünülüyor. Bunun böyle olmadığını iddia edenler de var. Bu dönemlerden itibaren, özellikle son yüzyıla girildiğinde bağlamada hızlı bir şekilde ilerleme, değişimler ve standartlaşma başlıyor. Teknik çalışmaların artması, çalgının atölye yapımının daha da yaygınlaşması… Uzunca bir dönem bu teknik çalışma ve atölyeler yaygın değildi. Bu durum, bağlama atölyelerinin bir döneme kadar ağırlıklı olarak Rumlar tarafından işletilmesi ve İslamiyet’teki saza, bağlamaya olan yanlış bakış açısından kaynaklı. Agop Usta, Haçik Usta, Manuel Usta gibi birçok önemli Rum usta yetişmiş o dönemde. Son 50–60 yıla girildiğinde Anadolu'nun genelinde bu iş daha çok sahiplenmeye başlanmıştır. İlk bağlama yapımına başlayan Müslüman kişinin Şemsi Yastıman olduğu söylenir. Beşiktaş’taki Ağır Ceza Mahkemesi’nin yan sırasında, cadde üzerinde açtığı dükkânı, imalata hala devam etmekte.

İşte cumhuriyet sonrasında bağlama yapımının köylerden şehirlere doğru yayılması, TRT bünyesinde ve oluşturulan çeşitli topluluklarda halk müziği icra edilmeye başlanması, bağlamadaki bu standartlaşmayı ve ilerlemeyi getiren nedenlerdendir.

Aşağıda da artık türkülerde “bağlama” isminin kullanıldığının örnekleri bulunuyor.

Elindedir bağlama

Karagözlüm ağlama

(Denizli türküsü)

Bağlamam perde perde

Düşürdün beni derde

(Giresun türküsü)

Bağlamadaki standartlaştırma çalışmaları ve bağlama ailesi oluşturma çalışmalarıyla birlikte bazı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Artık bir bağlama ailesi tanımlaması kabul edilmiştir. Bu aileyi beş çeşit bağlama oluşturuyor. Cura, Tambura, Bağlama, Bağlama Curası, Divan Bağlama şeklinde. 440 frekansla, La sesine akort edilen ve tekne çapı 45–46 cm olan bağlama standart bağlama olarak belirlenmiştir.

Bağlamada bir de batı çalgılarında hiç bulunmayan, hatta 7 oktavlık piyanoda olmayan sesler var. Koma sesler yani. Koma seslerin bağlama dünyasına nasıl girdiğini, o perdelerin bağlamanın sapına nasıl eklendiğini farklı kişilerin anlatımıyla gelin birlikte görelim:

''Muzaffer Hoca, Antep taraflarında bir köyden bir türkü almış. O türkü de karara varılırken Si koma bemolmüş (Si bekardan biraz pes). O zamanlar Yurttan Sesler takip ediliyor; yanlışlığa itiraz ederlermiş. Muzaffer Sarısözen bir ay evvelden yazı yazıp sizin türkünüzü filan gün, filan saatte okuyacağız dinleyin demiş. İtirazlar gelince ilave perde bağlatmış. Gaziantep türküsü doğru okunsun diye bağlatılan o perde bir daha da oradan kalkmadı, sonra hep kullanılır oldu. Sonra transpoze gereği aktarılarak Mi bemol iki, Fa diyez iki, La bemol iki çoğaldı". (Orhan Dağlı)

Koma sesleri teknik olarak bağlamada düzenleyen kişinin Muzaffer Sarısözen olduğu söyleniyor.

Ali Ekber Çiçek ve Nida Tüfekçi’nin anlatımlarınlarında da buna yer veriliyor.

Bağlamanın serüveni çok geniş bir coğrafyada ve büyük bir kültürel birikimle bugüne kadar sürmüştür. Bugün de bağlamada ve icrasında gelişmeler devam ediyor. Bağlamayla aynı soydan olan, bir döneme kadar birlikte olup, sonra da değişik topraklara iz süren çalgılar bugün hala vardır. İran’daki Setar, Dombra, Dambur bunun bir örneğidir. Türkî cumhuriyetlerde, Orta Asya’da, Balkanlar'da değişik isimler ve akortlarla hala halkın yakın bir parçası olarak yaş***** devam etmektedir. Bulgari, razva, ırızva, curre adıyla da farklı ülkelerde yaşarlar.

Bu değerli çalgının geçtiği değerli ellerden biriyle konuştuk geçtiğimiz günlerde… Bağlamanın sorunlarını, dününü, bugününü ve gelişimini... Kemal Eroğlu; 40 yıllık deneyimiyle, araştırmaları ve yaşadıklarından öğrendiklerini biriktirmiş ve hala yeni şeyler öğrendiğini söylemekte. Hala yeni biçimler için uğraşıyor, dostlarıyla, müzisyen arkadaşlarıyla birlikte. Ve yeni açılımlar yaratıyorlar da...

Son dönemde bağlamanın almış olduğu şekli ve günümüzdeki bağlamayı anlatır mısınız?

Son şekli, Anadolu’ya kopuz olarak girdiği şeklinden çok farklı değil. Bugüne kadar çok aşamalardan geçtiği pek söylenemez. Yani son 15–20 yıldır, konservatuarlardaki yapım bölümünde, doğruya çok yakın bir şekilde çalışılıyor. Nota ve teknik anlamda da bir donanım olduğu için (tel aralığı, çekim sınırı vb.) bu anlamda bir standart söz konusu oldu. Daha bilimsel yaklaşılmaya başlandı. Herhangi bir keresteciden herhangi bir ağaç alarak değil yani. Özellikle çalım tarzında bir gelişmeden kaynaklı bağlamada da biçimsel bir değişikliği zorladı. Sap, burgular, göbek, kapak, elektronik aparatlar (cihaz -bn-) şeklinde.

Eskiden tekne boyunun beşte birine bırakılıyordu ortadaki eşik. Şimdi, Erkan’la (Erkan Oğur) yaptığımız çalışmalarda, tekne boyunun dörtte birine eşiği yapıyoruz. Ondan sonra tel boyunu şekillendiriyoruz. Tekne boyunu 40 cm farz edersek, 10 santime ortadaki eşiği bırakıyoruz, yani dörtte birine. Onu sekizle çarparak üstteki üst eşiği buluyoruz. Yani eşik biraz daha üst tarafa kaydı. Bu frekansları dengeledi. Saptaki frekanslar birbirini tutuyor. Seslerin bas karakterleri daha iyi ortaya çıktı. İki tel arasında bir sürü armonik nokta var. Bu eşiği koyduğumuz yer de armonik noktalardan birisi. Şimdi böyle olunca bağlamadaki sesler de daha ölçülü ve bilimselliğe uygun bir şekilde sağlam seslerle çıkıyor. Bu, önemli teknik bir gelişme. Çünkü bugüne kadar ölçümlendirmelerde eksiklikler vardı. “Bana 38’lik, 40’lık bir tekne yap.” demek yerine, “Bana sol çeken, si çeken bir bağlama yap.” deniyor. Bu da demek oluyor ki, artık bağlama uluslararası çalgılarla ortak kullanılır hale gelmiştir.

Biraz da hayatınızdan bahseder misiniz?

Ben ‘52’de Ankara’da doğdum. Tunceli’li bir aileyiz, ‘38 Dersim sürgünlerinden yani. Annem ve babam erken yaşta öldükten sonra, dayım ve teyzem arasında mekik dokumaya başladım. Çocukluğum Ankara’da geçti. Bağlamaya olan merakım, çocuk sesimin güzelliğiyle başladı. Ses dersi almaya başladım. Ses dersi (şan) diye eğitim almaya gittiğim yerde bağlama eğitimi de veriliyordu. Dediler ki, bağlama öğrenirsen senin için daha büyük bir getiri olur. Çok önemli sanatçılar da çalıp söylüyor. Saz yapımı da vardı orada. Bana ilginç geldi. Bir ağacın şekil alması, ses çıkarması ilginçti. 1964 yılıydı. Rahat rahat atölye bölümüne girip çıkabiliyordum. Yeni bir şey keşfetmiş gibi bir hisse kapıldım. Yapılan şeyler bana hissi olarak yanlış geliyordu, asimetrik geliyordu. Bağlama hocası akşam gittiğinde girip, kendimce yanlış, asimetrik gördüğüm yerleri düzeltiyordum. Ertesi gün hoca geldiğinde hiçbir şey demiyordu, normalde “Kim bunu bozmuş?” falan denir ya. Demek, ya yanlış yapıyordu, ya bilmiyordu veya fark edemiyordu. Bu biraz bana güç verdi, beni hırslandırdı. Masallardaki peri kızı gibi, ben de akşamları atölyeye giriyordum.

Sonra Ankara’ya geldim. Tam 11 Eylül günü İstanbul’a taşındık. Tam da zamanını seçmişiz. Ertesi sabah gözümüzü bir açtık 12 Eylül faşizmi tepemize binmiş. Ondan sonra çok zor günler geçirdik. Asla geçmişimle hayıflanmam. Keşke yapmasaydım dediğim bir şey yok. Ama zor günler yaşadık. Her duyarlı insan gibi… Yaklaşık dört buçuk yıl, evdeki bütün eşyaları satıp, yandaki komşunun alt katını hem ev hem işyeri olarak kullandık. 80–82 arası Arif Sağ’la beraber çalıştım. ASM’yi açtık. İlk açanlardan ve yürütenlerden biri de bendim. Kültür merkezi gibi oldu neredeyse. Birçok yetenekli insan gelip gitmeye başladı. Böyle bir yerde çalışmam Türkiye’nin birçok önemli müzisyenini tanıma imkânı verdi. İşinizi iyi yapıyorsanız birileri mutlaka buluyor sizi. Kimseyle, asla, yarışma gibi bir niyetim yok. Ama işimi iyi yaparım. Şimdiye kadar hiçbir icracı “Bu bağlamayı kötü yapmışsın.” demedi. Yani benden bağlama alan herkesten daha iyi anlarım bağlamayı. İşimi önce kendim onaylarım, olmamışsa karşımdakine bağlamayı vermem.

‘83 Nisan’ında Arif Sağ’ın yanından ayrıldım. Kendime ait bir işim oldu. Şu anda Türkiye’nin hemen hemen bütün iyi bağlamacıları, ünlü kişileri buraya gelir. “Kimler gelmiyor?” diye saysam, daha az kişi sayarım. Böyle bir şansım var. Asla insan gözettiğim, sınıf farkı gözettiğim için söylemiyorum. Bunu şundan söylüyorum. İyi çalan insanların takdir etmesi insanı motive ediyor, daha iyisini yapmaya zorluyor. Bağlamamın iyi ustaların elinde görülmesi bana heyecan veriyor. 55 yaşındayım, 40 yıldır bu işi ilk günkü gibi heyecanla yapıyorum. Umarım hevesim kırılmaz.

Venedik’ten gelir teli

Ardıç ağacından kolu

Be Allah’ın sersem kulu

Şeytan sazın neresinde

Abdest alsan aldım demez

Namaz kılsan kıldım demez

Hacı gibi yalan demez

Şeytan bunun neresinde

Aşık Dertli (16. yy)

İyi bağlamanın belli standart ölçüleri var mı sizce?

Ben dörtte bir çarpı sekiz koyuyorum. Herkese de tavsiye ediyorum. Tekne boyunun tam yarısı kadar genişlik, genişlik kadar derinlik, eşik tekne boyunun dörtte biri bu şekilde uzun sap bağlamanın iyi ölçüsü.

Bağlamanın sorunları nelerdir?

Bizde bağlama yapanlar ve bağlama çalanlar çok fazla gelenekçi. Çok fazla gelenekçi olunca da yeniliğe çok kapalı olunuyor. Dünya standartlarında müzik aletlerinin bir arada çalınması için ne gerekiyorsa bu anlamıyla teknik donanımının oluşturulması lazım. Şöyle bir şey iddia ediyorum: Dünyadaki bütün ülkelerin müziklerini çalabilecek nadir çalgılardan biri bağlamadır. Bizde, onlarda olmayan fazla sesler var. Piyanoda yedi oktav var ama bizde piyanoda olmayan sesler var. Bir de başka bir şey daha icat ettik; “Oğur Sazı” dedik. Erkan Oğur’la birlikte çalıştık. Altı telli bağlama. Bunda çalamayacağınız bir şey yok. Gelenekçilik tamam, ama geleceğe de bir şeyler bırakabilmek lazım. Saz yapımcıları, usta-çırak ilişkisinin ötesine fazla geçmemiş. Ustasının dediğini yapmaya çalışmış, bunu ticari bir meta olarak görmüş.

Sanatsal boyutuna fazla girmemiş. Bunun altında tabi eğitim sorunları da yatıyor. Cahildir, eğitimsizdir demiyorum ama bu da önemli bir neden.

Bağlama ailesi beşe ayrılmış, bu doğru mudur, tartışılır. Cura, Tambura, Bağlama, Bağlama Curası, Divan… Bunların hepsini “do”ya çektin dinliyorsun. Aynı ton geliyorsa sorun yok. Ama ayrı seslere çekilip aynı ses bulunmaya çalışılıyorsa bu yanlıştır bence. Hepsini aynı kararla çaldığında aynı ses duyulursa ancak buna göre sınıflandırılabilir.

“İyi bağlama çalıcıları, sazı evlerinde öğrenmiştir.” derler. Yapımcı ile icracı arasında olmazsa olmaz bağlar var. Çünkü onların yeni ihtiyaçları beni tetikleyip yeni ve daha iyi şeyler yapmaya itiyor.

Bağlamada doğru ses nasıl elde ediliyor?

Bağlamada bastığın ses neyse, onun beşlisine tezeneyi darp ettiğin yerde doğru ses çıkıyor. Mesela la perdesine bastınız, fa sesinin olduğu yere basarsanız, bağlamada çıkabilecek en iyi sesi yakalarsınız. İyi bağlama icracılarına dikkat edin. Sağ eli hiç durağan değildir, gezer. Biraz da duyguyla ilgili bir şey. Çünkü herkes bu şekilde milimetrik hesaplamaz ama o içten gelen istek elinizi ister istemez oradan iyi tını alma düşüncesiyle gezdirir.

Nasıl türkü, şarkı söylerken, kafa, gırtlak oynuyor, vücut şekil değiştiriyor, bu da onun gibi kaçınılmaz bir şey. Mesela bir yerde cızırtı yapıyor. Elini sapa çok yakın bir noktadan vuruyor. Ona dikkat etmesi lazım.

“Ses Fiziği” diye bir kitap var, onu okuyorum. Ses fiziği ne demek? Hangi kaynaklar rezonans (tınlama –bn-) yapar? Titreşim ne demek? Bunları çalışıyorum.

Bela Bartok var. Macar asıllı. Türkiye’de Türk gibi yaşıyor. Lehçeleri bile biliyor. Türkiye’den taşınıp gidiyor daha sonra ölüyor. Dönemin kültür bakanı, Bela Bartok’un derlediği 1500 kadar türkü olmasına rağmen yok sayıyor. "Türkünün materyalini bir gâvurdan öğreneceğimiz yok ya." diyor. Daha sonra, yıllar sonra Fikri Sağlar’ın kültür bakanı olduğu dönemde 700–800 civarında türkü açığa çıkarılıyor. Ama gerisi hala kayıp. Yazık. Böyle bir bakış var. Mantık zaten sadece onda değil, genel olarak bakış böyle kültüre; sanata, hayata… Böyle olunca da kültürler yok oluyor. Bilgiler paylaşılmıyor.

Yine bir gün TRT’de program yapılacak, beni çağırdılar. Bir röportajdı: “Halk Çalgılarımızdan Bağlama”. Dokuz dakika konuşacağım, on beş dakika da örnekler vereceğim. Hacı Taşan çalın dedim çaldılar; dönemin meşhur sanatçısı biri daha var dedim çaldılar. Üç telli saza örnek vereceğiz, “Mamo Temiz çalın” dedim arşivde olmasına rağmen çalmadılar, “Nesimi Çimen çalın” dedim, “yasak” dediler. Öyle olunca Hacı Taşan çaldık biz de.

Yeni proje düşüncesi var mı?

Resimli kitap yap, diyorlar. Ama yazarım, peki altına ne yazacağım? Saz yapımcısı Kemal Eroğlu. Akademik ünvan yok. Yani bir profesörle birlikte çalışsam o zaman belki olur. Daha ciddiyeti olur. Oğlum belki mezun olursa bu konuda konservatuarda uzmanlaşırsa onunla birlikte belki çalışabilirim bu konuyu.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Biz benimle birlikte aynı düşünen insanlarla birlikte çok yol kat ettiğimize inanıyoruz. Devletin bu konuda bir politikası olması lazım. Bir bakış açısı olması lazım. Meslek birliği olması lazım. Yani ben şu anda Marangozcular Odası’na bağlıyım. Olay bu kadar vahim. Niye sazcılar cemiyeti yok?

Böyle sürüp gidiyor zevkli sohbetimiz Kemal Eroğlu'yla... Başta da dediğimiz gibi bağlamanın türküsü bin yıldan daha eskidir.

Bu türkü bitmez. Umuyoruz ki, bağlama, imalatta daha teknik koşullarda, bilimsel bir şekilde ele alınır. Belki de Anadolu'nun çalgılarına ilişkin ayrı bir okul, imalat binası, öğretim binası bile kurulmalı. Çünkü onlar bizim değerli kültürel mirasımız. Sadece konservatuarda verilen eğitim ve üç beş insaflı öğreticiye kalmamalı...

(*) Telli Turna: Küçük cura gibi o dönem halk ozanlarının ve Alevi dedelerinin kullandığı sazlara yandan bakıldığında sapıyla birlikte kanatlarını açmış bir turna görünümü oluşur. Bir de göğsüne üç tane delik açılır bu sazların: Allah, Muhammed, Ali… Alevi inancında böyle bir üçleme vardır. İşte “telli turna” Alevi inancında bu yanıyla önemli bir yere sahiptir.

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...