Jump to content

Yakup Kadri Karaosmanoğlu


ysncn_

Recommended Posts

Yakup Kadri Karaosmanoğlu – ll

Hande Sonsöz

Yaban

1932 yılında yazılmış ve “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde yayımlanmış. 1942’de CHP Roman Ödülü’nü almış.

Yüceltilen yazarlar hamaset nutukları atarken, aydın-halk çatışmasının derinlemesine sorgulandığı bir dönemin temsili olması yanıyla Türk Edebiyatı’nda dönüm noktası olarak kabul edilebilir “Yaban”, “Konaklar” çökmüş, İstanbul “işgal” edilmiş, Milli Mücadele başlamıştır ama halk bihaberdir bu durumdan. Aydın ise hiçbir şeyden anlamayan halkı beğenmez. Romanın konusu kısaca şöyle:

Yedek subay olarak katıldığı I. Dünya Savaşı’nda kolunu yitiren bir paşa oğlunun, Ahmet Celal’in anı defteri olarak sunuluyor bize bu roman. Ahmet Celal, İstanbul’un işgali üzerine, emir erinin Porsuk Çayı dolaylarındaki köyüne yerleşiyor. Çok geçmeden köy halkının kendisine uzak durduğunu, kendisine “Yaban” gözüyle baktığını fark ediyor ve halk tarafından yalnız bırakılıyor. Köyde, Emine adlı bir kıza tutuluyor.

Bu sırada Yunanlılar epey yaklaşıyorlar ve savaş tüm şiddetiyle köye doğru geliyor, fakat halkın tek derdi “Acaba bizim oğlanı da askere alırlar mı?” oluyor. Ahmet Celal halkın bu tavrını anlayamıyor ve onlara karşı öfkeleniyor; topraklar işgal altındayken böyle bir bencilliğe anlam veremiyor. Yunanlılar köye girip talan ediyorlar ve bu saldırıda yaralanıyor. Artık köyde daha fazla kalamayacağına karar veriyor, Emine’ye kendisi ile birlikte gelmesini söylüyor ancak Emine köyde kalıyor ve Ahmet Celal, yolunu bilmediği bir geleceğe doğru yola çıkıyor... Yazar, köylünün bu savaşa kayıtsız kalmasını anlayamıyor, Bekir Çavuş ile Ahmet Celal arasında geçen konuşma köylülerin ulusal kurtuluş savaşına ve Kuvay-ı Milliyecilere ne kadar uzak olduğunu gösteriyor bize:

“—Biliyorum beyim sen de onlardansın emme.

— Onlar kim?

— Aha, Kemal Paşa’dan olanlar…

— İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz.

— Biz Türk değiliz ki beyim.

— Ya nesiniz?

— Biz, İslamız elhamdülillah… O senin dediğin Haymana’da yaşarlar.”

Berna Moran, “Yaban”ın eleştirisini yaparken Yakup Kadri’nin ülkesini sevdiği halde köylüsünü neden aşağıladığını, yalnız olumsuz yanlarını seçerek genelleştirdiğini ve üstüne gittiğini sorar. Tartışmalı olan bu konuda Berna Moran’ın haklı olduğu yanlar da var. Roman’da geçen betimlemelerde, bütün köylüler sülük vs. gibi benzetmelerle anlatılmış. Çirkin betimlemelerden kurtulan ise sadece Emine olmuş. Ancak sadece bu örneklere dayandırılarak romanın gerçekçilikten uzak olduğunu söylemek de haksızlık olur. Eksiklerine rağmen eleştirel bir gerçeklik taşıyor Yaban.

Bu eleştirilere Yakup Kadri’nin cevabını, roman içinde de, çeşitli söyleşilerinde de bulabiliriz:

“Şimdi ne görüyorum? Anadolu… Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gaspla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağının koynunda zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır. (...) Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.(...) Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı aydınlatamadın… Ne ektin ki ne biçeceksin?”

Yaban romanı hakkında kendisine yöneltilen eleştirilere Yakup Kadri, yaptığı konuşmalarla açıklık getiriyor:

“Yaban’ı bir köy romanı olarak yazmadım. Bir sosyal sorun attım ortaya. Entelektüelle köylü arasındaki uçurumu göstermek için yazdım. Bu grilik bir dereceye kadar Avrupa’da da mevzu bahistir. O köylerde dolaştım. Romanın kahramanı kendimim. Köylü orada gördüğüm köylüler.”

Yaşar Nabi ile yaptığı söyleşide ise eleştirilere şu cevabı verir:

“İşte mütegallibeye karşı baş kaldırmayan bu köylülerin, şüphesiz ki, düşmana karşı da mukavemetleri yoktur. Fakat vatanperver olmayışlarının sebebi halife taraftarlarının yaptığı propaganda neticesi olduğunu da tebarüz ettirdim. Sonra ben hangi köyü anlatıyorum: Osmanlı saltanatının tahrip edici siyasetinden arta kalmış, harpten bezmiş, çolaklar, sebatlarla dolu bir köy. Ben Namık Kemal tarzında hakikatleri tahrif eden bir kahramanlık ve destan edebiyatının aleyhindeyim.

Bu demagojik bir edebiyattır. Bu sözlerimin altını çiziniz. Söylediğim tarzda bir eser yazmış olsaydım; o zaman bütün zevk sahibi insanların beni takbih etmeleri icab ederdi.”

Yakup Kadri, kahramanlık ve destan edebiyatını hiçbir romanında yapmıyor. Bu yüzden romanları hep çöküşü anlatıyor ve gerçekçi. Fakat “Hangi halk, Hangi köylü?” sorusunu soruyorsa, bunun karşılığı olan, “Hangi aydın?” sorusunun cevabını da, yine romanlarında vermeliydi deriz. Köylü bu kadar cahil ve eğitimsiz kaldıysa bunda aydınların da önemli bir payı var. Tanzimat’tan beri aydınlarımız yeni fikirler ileri sürseler de küçük burjuva örgütlenmeler ve bürokrasiyle iç içe oldukları için fikirleri kendi “entelektüel” çevrelerinde kalmış. Yakup Kadri “aydın”ın halktan uzak olduğunu görmüş ancak “aydın”ın yüzünü halka dönmesi, halkın eğitilmesi, bilinçlenmesi ve yeni bir gelecek için örgütlenmesi için bir adım atmamış. Yakup Kadri edebiyata başladığı ilk yıllarda Fransız edebiyatını savunuyorken acaba bu cahil ve küçümsediği “Fransız” halka bu fikirleri nasıl benimsetmeyi düşünüyordu? Eğer sistem kötüyse örgütleme görevi aydının olmalı. Örgütleyip bilinçlendiremiyorsa o zaman sistemin bir parçası olmuştur ve aldığı eğitim ne olursa olsun küçümseme hakkına sahip olamaz.

Sonuç olarak; “Yaban” romanı, Anadolu’nun sömürülenlerini, bilinçsiz halk kitlesiyle aydının konumunu ve durumunu gösterme açısından kendi dönemi içinde değerlendirildiğinde bir silkinme ve silkeleme romanıdır.

Panorama

1949–1952 yılları arasında yazdığı bu roman, onun siyasi hatıralarından oluşuyor. 22 yıllık dönemi, karakter, olay ve mekânla harmanlayarak kurgulamış. Romanı iki bölümde inceleyebiliriz

I. Bölüm: 1926, devrimler, 1938’e kadar Türkiye’nin durumu

II. Bölüm: II. Dünya Savaşı’nın ve 1948’e kadar Avrupa’nın durumu

İlk bölümde devlet yetkililerinin, halka şekilci bir batıcılığı zorla kabul ettirmeye çalışması ele alınmış. CHP’deki bozulma ve parti programındaki yozlaşma; Kadro dergisinin karşılaştığı baskılar ve yayımın zorlukları anlatılıyor.

II. bölümde ise Atatürk’ün hastalığı, dini irtica korkusu, bir aydının gizli polis tarafından takip edilmesi anlatılıyor. Partinin ve aydınların ideallerinin zayıflaması ve devrimlere sahip çıkmamaları sonucu irticanın hortlaması ve iki aydının katledilmesi ile roman Ankara’da bir bağ evinde, İstanbul’da eski, yıkık bir türbede, kapalı ve karanlık bir mekânda gece sona eriyor. Bu tarihsel sürecin yanında romanda üç çeşit aile çiziliyor:

1-Geleneksel yapıya sahip zengin bir aile. Erkekleri “gerici” ama iş hayatında iş güç sahibi.

2-Zengin, şımarık fertlerin Avrupa’da keyfince gezen ve ülke sorunlarıyla ilgisiz bir aile.

3-Orta sınıf ve namuslu bir aile.

KADRO DERGİSİ

Kadro dergisi, Cumhuriyet iktidarının yaptığı reformları ve ideolojisini halka anlatmak için cumhuriyet aydınları tarafından çıkarılan bir dergiydi. Dergi, 1932 yılında yayımlanmaya başladı fakat 1934 yılında Mustafa Kemal desteğini çekince kapatıldı. Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ydu. Bunun dışında derginin diğer yazarları Şevket Süreyya, İsmail Hüsrev, Vedat Nedim Tör ve Burhan Asaf Belge’ydi.

Ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel alanda yeni bir açılım yapmayı hedeflemiş; kapitalizm ve sosyalizmden bağımsız, üçüncü bir yol olarak da ortaya çıktıklarını özellikle belirtmişlerdi.

Derginin önsözünde Türkiye’nin bir inkılâp içinde olduğu ve ideolojisinin bulunmadığı, ülkenin, azınlık da olsa ilerici bir “Kadro”yla kalkınacağı belirtilir. 1930’lardan sonra devrim heyecanının bitmediğini ve kötümserliğe kapılınmaması gerektiğini, bunun için de “ben”in değil, toplumun sahiplenilmesi gerekliliği ve inancı her fırsatta vurguluyorlardı.

Kadrocular, Türkiye’nin toplumsal koşullarını açıklarken tarihsel gelişmeyi ve tarihsel maddeciliği tek bilimsel yöntem olarak kabul etmelerine rağmen Marksist teorinin ulusal kurtuluş savaşlarını anlamakta yetersiz olduğunu ileri sürüyorlardı. Ama bunun yanında devletçiliği de savunuyorlardı.

Kadroculara göre, tarihsel maddecilik anlayışında, üretim araçlarını kullananlar arasında bir çelişki vardır fakat ulusal kurtuluş savaşları, mevcut tekniğe sahip oluş biçimi arasındaki uygunsuzluktan doğmuştur. Bu durum, modern tekniğe sahip olamayan ulusların sömürülmesine yol açmıştır. Kapitalizmin gelişmesi ise dünyayı, tekniğe sahip ülkeler ve bundan yoksun ülkeler olarak ikiye ayırmıştır. Ulusal kurtuluş hareketlerinin ortaya çıkardığı çelişki budur. Sınıfsal hareket ve diyalektik materyalizm kabul edilse bile, bu görüş sınıflı toplumlarda ve 19. yy kapitalizmi için geçerlidir ve yanlış değildir. Fakat Osmanlı Devleti yarı-sömürge olduğu için Türkiye’de sınıflar daha oluşmamıştır. Bu sebeple “Kadro”, kalkınmadır. Kalkınmayı sağlayacak devlettir. Devlet, ne kapitalist, ne sosyalist bir seçim yapmalı, aksine sınıflaşmaya yol açmayacak bir plan çerçevesinde yürümelidir. Çünkü kapitalizmde devlet, burjuvanın “iktidar cihazı” iken sosyalizmde de proletaryanın olacaktır. Bu yüzden bu kalkınma, Mustafa Kemal’in önderliğinde “Kadro” tarafından, sınıflardan bağımsız gördükleri devlet eliyle “sınıfsız ve sanayileşmiş bir Türkiye” tezini savunur. Bu yüzden Mustafa Kemal’in ekonomik modeli “halkçılık” ilkesiyle birleşerek “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir toplumuz” şeklinde ifade edilmiştir.

Kadro dergisinin içeriği şöyleydi: Yakup Kadri tarafından kaleme alınan kültür-sanat yazıları bulunmaktaydı, ekonomik politikanın dünü bugününün kıyaslaması yapılırdı, derebeylik rejimini anlatan ve Darülfünun’un, devrimin yanında geri kalmasını eleştiren, toprak ağalarına cepheden bakan yazılar vardı ama sürekli İnkılâp ve Kadro’yu anlatan görüşlerine yer verilirdi. Bunun yanında her sayının sonunda “Okunacak Romanlar listesi, Kronikler, Polemik” adlı bölümler bulunmaktaydı.

Yakup Kadri’nin “Kadro” dergisinde, edebiyatla ilgili yazdığı yazılar genel olarak incelenirse edebiyatın topluma seslenmesi gerektiğine dair görüşlerine rastlanır. Yaban romanında köyü hastalıklı anlatan yazar “Milli Tasarruf ve Halk Edebiyatı” yazısında tamamen “gözbağcısı” olarak nitelendirdiği “aydın”ı suçlayarak şunları söylüyor:

“Türk intelektüeli ile halk arasında ne mukadderat, ne sınıf, ne de irfan farkı vardır. Halkın ıstıraplarıyla bizim ıstıraplarımızın sebebi, menşei ve mahiyeti birdir. Aynı iktisadi ve içtimai kanunlar, bizim üstümüzde hükmünü sürdürüyor. İşte Türk intelektüelinin kabul ve tasdik etmediği halkla kendisi arasındaki bu eşitliktir. Baş döndürücü bu gurur ona hep göklerde uçuyorum hissi veriyor. Türk intelektüeli, gerçi göklerde uçuyor fakat tıpkı bir sabun köpüğü gibi.”

“Gorki İle Mülakat” adlı yazıda onun eserlerini halk edebiyatının ilk tan ağartıları gibi görüyor ve yalnız Rusya’ya değil bütün yeryüzüne dal budak salan ulu bir çınar olarak nitelendiriyor. “Gelecekteki sanatkâr ve muharririn artık mütereddi asilzadenin zevkine hizmet etmeye, karnı şişmiş görgüsüz bankerin takdirini kazanmaya, yufka yürekli burjuva karısının gözlerini yaşartmaya mahkûm olmaktan kurtulacaktır. Moskova sokaklarında fırınların önü, tiyatro gişelerinin önü kadar kalabalık değildir.” ( Kadro 5, Mayıs 1932)

Klasik Türk Edebiyatı’nın, “nevi şahsına münhasır bir zümre sanatı” olarak öğretilmesi gerektiğini “ne kadar yabancı olursa olsun bizim kültürümüze ait bir hadise olduğunu” ama birtakım söz sanatlarında hapsolduğu için yalnız gayr-i milli değil, aynı zamanda da gayr-i insani olduğunu vurguluyor. Klasik Türk Edebiyatı’nın “Türk tarihinin Osmanlı’dan başlayıp Vahdettin’de bitişi gibi Âşık Paşa’dan başlayıp Tevfik Fikret’e kadar gelen ve Galip Dede’de son nefesini vermiş olan Divan Edebiyatı değil, Velet Sultan ve Yunus Emre’den beri devam eden Milli Edebiyat” olduğunu belirtiyor.

Yakup Kadri’nin dergide dikkati çeken yazı dizisi “Ankara-Moskova-Roma” ismiyle çıkmış ve bu üç şehir, tarihi, kültürü ve ideolojileriyle sorgulanmışlar. Marksist-Leninist ideolojinin bilinmediğini, onun sadece skolastik düşünce üzerine donmuş bir şekilde oturmadığını, “Kapitalin sulh ve sükun içinde doğal bir süreç geçirdiğini, halbuki Lenin’in yaşadığı devirde bunun en son keşfedilen noktaya geldiğini, bir sürü sınıf mücadelesinin olduğunu, dünyanın toprakları bölüşme savaşını verdiğini ve I. Dünya Savaşı’nın da bunun en korkunç halini alarak Marksizmin dünyanın temellerini sarstığı” analizini yapıyordu. Bu yüzden Sovyet Devrimi’nin yakından incelenmesi gerekliliğini öne sürüyordu. Fransa’nın ise ulus-devlet kavramı doğduktan sonra ve 1793 yılından itibaren “adalet, eşitlik, özgürlük” gibi kavramların bu zamanın dünyasına içinin boş geldiğini, kapitalist sistemin yerleşmesinden sonra pazar arayışlarının da arttığını dünya savaşlarına sebebiyet verdiği sonucuna vardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nde sınıfların olmadığını söyleyen Kadro dergisi, “devletçi” politikayı savunmasına rağmen, hem sağdan hem de soldan gelen birçok eleştiriye maruz kaldı. Dergi, ağaların, eşrafların, devletin sırtından yeni palazlanan çarpık burjuva sınıfının baskısı ile kapatıldı.

Çünkü özel sermaye yanlıları dergiyi çok komünist bulmuş, komünistler ise çok liberal bulmuştu. Liberallerden Ahmet Ağaoğlu ve Hüseyin Yalçın, bireysel özgürlükler ve liberalizm adına Kadro’da savunulan görüşe karşı çıktılar.

Hüseyin Cahit Yalçın “Nasıl olur da devrimi yapanlar, idare edenler dururken Kadro dergisi devrimi açıklama iddiasıyla ortaya çıkar?” derken, daha ileri giden Peyami Safa; “Karl Marx iktisadiyatını, milli bir kadro içinde yurda sokmaya çalışan telifçilerdi” diyerek Kadroculara açıktan cephe aldı.

1932-1934 yılları arasında dergiyi iş çevrelerinin baskısına karşı koruyan kollayan Mustafa Kemal’di ama dergi devletin resmi ideolojisini ortaya koymaya çalışsa da 1934 yılında kapanmaktan kurtulamadı. Yakup Kadri “Kadro” dergisinin içinde bulunma amacını ve ne istediklerini şu sözlerle açıklamıştı:

“Kadro’nun şiarı, yazılarına hiç siyasi polemik çeşnisi karıştırmamak ve tenkitlerini, birtakım umumi görüşlerden ve kitabı nazariyelerden ayırarak doğrudan doğruya canlı ve yerli vakıalara, resmi istatistiklere ve rakamlara istinad ettirmekti. Sosyal ve ekonomik kalkınma davalarında olsun, kararımız memleket dışına hiç çıkmamak, daima milli bir hudut içinde kalmaktı. Toprak istihsallerimiz nasıl arttırılabilir? Sanayimizi rasyonelleştirmek yolu nedir? Şekeri, giyim matahlarını Türk köylüsüne daha ucuza mal etmenin ve onu suya, kömüre, elektriğe kavuşturmanın çareleri nelerdir? Hep bunları araştırıyor, bulmaya çabalıyorduk. Ben ise başlı başına edebiyatta halka doğru gitmenin, halk edebiyatından gelmekle kabil olacağını ve Yunus Emre’den Dertli’ye kadar bir nice şiir ustasının ses bakımından, dil bakımından yeni nesle paha biçilmez örnekler vereceğini yazıyordum. Sözün kısası ‘Kadro’ küçük bir dergiydi ama iddiası büyüktü.”

Romanlarında ve siyasi yaşamında Türkiye’nin belirli zamanlar içinde belirli şartlarda geçirdiği dönemlere tanıklık ederek; Osmanlı Devleti’nin çöküşüyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasında kalmış ve gözlemlerini düşünceleriyle birleştirerek eserlerine nakletmişti. Cumhuriyet’i/Mustafa Kemal’i çok sevmesine rağmen belli başlı politikalara karşı durmuştu ve eleştirmişti. Dolayısıyla yarattığı karakterler aracılığıyla bu eleştirilerini okuyucuya sunmuş bir yazarımızdır. Kahramanlık ve destan edebiyatının milliyetçilik temelinde ele alındığı, hamaset duygularının kabartıldığı cumhuriyetin ilk yıllarında, gerçekçi eleştirileriyle, eleştirel-gerçekçi edebiyatın öncülerindendir. - BİTTİ -

KAYNAKÇA:

1-Şerif Aktaş: “Yakup Kadri Karaosmanoğlu”, Ankara, 1987

2-Zeki Coşkun: “Yaban-Ankara-Sodom ve Gomore”, (Türk Romanında Kurtuluş Savaşı), İstanbul, 2003

3-Nüket Esen: “Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar”, İstanbul, 2006

4-Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Vatan Yolunda”, İstanbul, 1993

5-Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Politikada 45 Yıl”, Ankara, 1968

6-Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Sodom ve Gomore,” İstanbul, 1983

7-Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Yaban”, İstanbul, 1983

8-Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Zoraki Diplomat”, İstanbul, 1981

9-Şükran Kurdakul: “Çağdaş Türk Edebiyatı: Meşrutiyet dönemi – 2 (1927–2004)”, Ankara, 1996

10-Berna Moran: “Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış–1”, İstanbul, 1990

11-Sema Uğurcan: “Yakup Kadri Karaosmanoğlu Hatıraları İle Romanları Arasındaki Münasebet”, Doğumunun 100. Yılında Yakup Kadri, Marmara Üniversitesi Fen –Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1989

13- Mehmet Emin Uludağ: “Üç Devrin Yol Ayrımında Yakup Kadri”, İstanbul, 2005

14- Kadro Dergisi: 1932–1933-1934

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...