Jump to content

Sen O Gülü Sökemezsin Hızır


ysncn_

Recommended Posts

Sen O Gülü Sökemezsin Hızır

Türkan Doğan

Soğuğu/ayazıyla, bozkırıyla, göçleriyle, yoksul köyleriyle, derdini sazının sarı tellerine döken ozanıyla, dervişiyle, tanınır Sivas ili. Türküsüyle, deyişiyle, ak ibrişimli heybesinde nakışıyla, kilimiyle... Yüzyıllardır bozkırın soğuğuna, halkın yoksulluğuna/açlığına, beylerin paşaların zulmüne boyun eğmeyen, isyanlarıyla, isyancılarıyla tanınır.

Yediği ekmeğe tükürüp münafıklaşan Hızır Paşa’nın kalleşliğinde, bir direniş destanı yaratan “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan Abdal’ın destanıyla tanınır Sivas ili. Kınalı toprakların devamında yükselen dağlarıyla…

Kaynayıp coşan bir yarasıyla daha tanınır Sivas ili. Bir çıngı dedin mi, bir alev yalımı geçti mi bir sohbetin içinden… Ateşin içinde semah dedin mi, bir sögüt dalı, kırılmış bir fidan, Banaz yaylasından Kerbela’ya kar ******üren turna sürüleri dedin mi… Sivas’tır bu. Yolundan yokuşundan, yanık yarasından belli…

Denizlerin bittiği yerde yükselir Anadolu'da dağlar. Sivas ili de dağlık ve yüksek bir alanda kurulmuştur. Güney ve Kuzey Anadolu dağlarının sarıp sarmaladığı Sivas ili, başını yaslar Kızılırmak vadisine doğru.

Ve Kızılırmak vadisinin batısından başlayarak yükseldikçe dumanı arşa çıkan bir dağı vardır Sivas’ın. Dağlar arasından güngörmüş, kahır çekmiş bir dağ. Al kırmızı taşlarıyla kül rengi yamaçlarıyla bir dağ. Yıldız Dağı derler adına.

Yıldız Dağı…

“Alçağında al kırmızı taşın var

Yükseğinde turnaların sesi var

Ben de bilmem ne talihsiz başın var

Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın”

Gökyüzü yüksektir Sivas’ta. Ama öyle dağları da vardır ki Sivas'ın. Dorukları bulutların içinde yitmiş gitmiş. Yıldız Dağı derler adına. Çal Dağı’nın kuzeye bakan eteklerinde, Çamlıbel ovasının devamında, sönmüş volkanik bir dağdır Yıldız Dağı. Yıldız Dağı’nın yamaçlarından doğan Yıldız Çayı can olur bu dağların tekmil çiçeğine. Köyler vardır bu dağların eteklerinde; yoksul köylüleri, tarlalarında çavdar, buğday yetiştirir Osmanlı’nın tahsildarlarına.

Evveli bir zamanda Banaz’a bakan Yıldız Dağı’nın başındaki dumanı pare pare dönüverdiğinde, Pir Sultan Abdal bu dağları mesken eylemiştir. Yıldız Dağı’nın yamacını yurt, yaylasını otağ bilmiştir.

Güneşinde kavruldu bu dağların, bir söğüt gölgesinde serinledi. Her adımda bir nefes söyledi, ünü gitti yayıldı Urum’a, Şam’a, İran’a, acem ellerine. Dediler “Anadolu'da bir yiğit yaşar, zalime kafa tutar, fukaraya yol gösterir, ilim irfan öğretir, Yıldız Dağı mekanıdır”

Hızır, paşa olmazdan evvel kuldur pirin dergâhında. Münafık duymuş Pir Sultan Abdal'ın ününü, önce insan kılığında tutmuş Yıldız Dağı’nın yolunu. Piri bulmuş Yıldızeli yamacına bakan koyakta, sokulmuş pirin ayakucuna, destur istemiş. İlim irfan arz eylemiş. “Özüm darda, yüzüm yerde, canım hak divanında” demiş. Pir, “eyvallah” demiş, cemi görülmüş, ikrarı alınmış Hızır’ın, dergâha girmiş. Yedi yıl hizmet vermiş Hızır, pir dergahında; ilim-irfan öğrenmiş...

Yıldız Dağı dumanını arşa vermiş, geceli-gündüzlü. Zulüm artmış gün gün, yoksulluklar çoğalmış, köylüler tarlalarında bir avuç darı ekemez, tahsildara yetiştiremez olmuşlar. Hastalar merhemsiz ölmüşler. Kundakta bebeler aç. Pir Sultan Abdal, ilim irfanıyla yol göstermiş köylülere. Oraklar zülfükar keskinliğinde bilenmiş o vakit.

Münafık Hızır, paşa olmanın yollarını aramaya başlamış. Pir Sultan Abdal, “Kılavuzsuz karga uçmaz, daha çiğsin Hızır, pişmen gerek” dese de, Hızır, destur istemiş, el etek öpüp yol hakkı dilemiş. “Gidip şehre bir makam tutayım, halkıma faydalı olayım” demiş Hızır.

Pir Sultan bakmış engelleyemeyecek. “Tamam” demiş, “Gözü yolda olanı dağ olsa durdurmaz. Git o halde. Gitmeden şu bahçemizde büyüyen gülden bir yadigâr al.” Hızır, yadigâr alacak olmuş gonca gülü dalından tutup kıramamış, çekmiş sökememiş. Bükmüş kıramamış. Çekmiş koparamamış. Pir Sultan seslenmiş Hızır’a, “Özün bizden değildir Hızır, sen o gülü sökemezsin Hızır…”

“Öz ağlamayınca göz yaşarmaz” derler Anadolu’da. Direnişlerin tarihinden daha eskidir, kalleşliklerin, katliamların tarihi. Ekmeğe tükürmenin, hak çalmanın tarihi…

Kalleş Hızır, gider makam tutar, Hızır Paşa olur. Kul olduğu pirin kapısına kafa tutar, taşa tutar, bu da yetmez, Yıldız Dağı’nın Banaz yaylalarına bakan yoksul köylerine doğru asar Pir Sultan Abdal'ı.

“Yıldız Dağı niçin gitmez dumanın” der türküler. Tanığıdır Yıldız Dağı; bağrında suskun bir yanardağ taşır gibi taşımış olup bitenleri. Köyler boşaltılmış eteklerinden. Köylüler, Yıldız Dağı’nın başucundan toplamış yıldızlarını, karanlığa kesmiş geceler. Yeşil örtüsünü sıyırıp almışlar üzerinden, heybelerine koyup çekilip gitmişler. Kuzular otlamamış, çiçekler açmamış Yıldız Dağı’nın eteklerinde. Yas tutmuş dağlar taşlar.

Gün geceye devrildi, günler günleri, yıllar yılları kovaladı. Derken yüzyıllar geçti. Yıldız Dağı karından boranından derdinden eksiltmedi.

Bu dağlardan nice Pir Sultanlar geçti, nice zalime meydan okuyan yiğitler içti serin sularından, Hızırlar türedi, “Pir Sultan ölür ölür dirilir” dendi, darağaçları kuruldu. Astıkça bitiremediler. Vurdukça tüketemediler.

Hızır Paşa’ların canı çekildi, dermanı kalmadı. Astılar olmadı kestiler olmadı. Yakalım dediler. Bir de böyle tüketelim, Pir Sultan ölüp ölüp nasıl dirilirmiş. Yakalım dediler.

Dağ dayanmaz acılara gebeydi Sivas’ın sokakları. Ağızlarında salyalarıyla, ellerinde ateşleriyle geldiler. Kara yüzlerinde, aydınlığın korkusuyla yürüdüler. Mahşeri kalabalıktılar. Çığlık çığlığaydılar.

“Yakın, yakın onları...” sesleriyle büyüyen ve sırtlarını sıvazlayanların desteğiyle senaryosu yazılan, tarihin görüp göreceği en alçakça planın figüranıydılar. Maraş’lardan, Çorum’lardan biliyorduk onları. Çok ölmüştük ondan biliyorduk. Çok ağlamıştık ondan biliyorduk. Çok acılanmıştık ondan... Çok... Çok... Çok...

Sivas’ın göğü hiç bu kadar kara kaplanmamıştı. Hiç bu kadar kül yağmamıştı üzerine mahallelerinin, caddelerinin, sokaklarının, evlerinin... Yanan insan bedeniydi başka bir şey değil.

Yaktılar…

Madımak, Tokat ve Sivas’ın bazı yörelerinde köylerin harmanlarında dağ yamaçlarında yetişen bir otun adıdır. Fukara yemeği denir adına. Öyküleriyle türküleriyle vardır madımak.

“Oy madımak

Teke tüke sakalın oy madımak

Kuskusu yemlik”

Sivas’ta bir otelin adıdır “Madımak”. Yıldız Dağı’nın eteğindeki köylerde itler, geceye ağız verip uzun uzun uludukları o günün öğlesinde yeniden türemiş Hızırlar. İçi kızıl kordan bakır rengiyle kavrulurken Yıldız Dağı’nın bağrı, dumanlar yükseliyordu Sivas’ın Madımak Oteli’nden. İçinde canlar, pir dergahının yolunu tutan canlar.

Oy Madımak.

Pir Sultan Abdal’ın sesi bu. Kavruk bağlamanın sarı telinden geliyor sesi: “Sen o gülü sökemezsin Hızır…”

“Madımak yanar durur,

Yüreğim kanar durur,

Gönül verdiğim halkım,

Ateşle oynar durur.”

Gelincik tarlaları gibi süslü bir ateş çemberi… Sekiyor Anadolu’nun kınalı keklikleri. Semah dönüyor papatyalar, çınar ağacı bağlamasından dolu dolu döküyor sevdayı.

Oy Madımak.

Yıldız Dağı dumanlı. Banaz yaylasından Madımak’a su taşıyor turnalar. Yıldız Dağı’nın yamaçlarından yükseliyor kara bir duman. İtler uluyor koyaklarda. Otuz beş can… Otuz beş can, Yıldız Dağı civarından Banaz yaylasına göçerken, Pir Sultan Abdal’ı sazını sırtına vurmuş da Yıldız Dağı’na gider görmüş köylüler…

Sivas’ın yaylalarının billur akan sularından geliyor bir ses. Engin dağlarından, yoksul köylerinden: “SEN O GÜLÜ SÖKEMEZSİN HIZIR!”

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...