Jump to content

Cem Sultan'ın peşinde yarım asır


tarihogretmeni

Recommended Posts

cemsultan.jpg

Yarım asır boyunca Fatih'in talihsiz şehzadesi hakkındaki gerçekleri araştıran Münevver Okur Meriç, 'Cem Sultan artık benim oğlum gibi oldu.' diyor. Meriç'in araştırmalarını topladığı kitabı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından basıldı.

Yetmişine merdiven dayamış zarif bir İstanbul hanımefendisi Münevver Okur Meriç. Onun, ömrünü çocuklarına, torunlarına adamış yaşıtlarından önemli bir farkı var. Altı yüzyıl önce tarih sahnesine renk vermiş talihsiz bir şehzadeyi, Cem Sultan'ı bir anne şefkatiyle bağrına basmış.

Eşin, dostun sitemlerine, "Cem Sultan'ı sen mi aklayacaksın?" deyişlerine kulak tıkamış. Fatih'in sisler ardında kalan oğlu Cem hakkında kitaplara geçmiş yanlışları düzeltmek için elli yıl boyunca araştırmalar yapmış, dokuz yıl ise kar-kış, yağmur-çamur demeden evi ile kütüphaneler arasında mekik dokumuş. Sonuçta kapsamlı bir eser ortaya çıkarmış; 'Sultan Cem, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Şiirleri'. Türkiye Yazarlar Birliği 2006 İnceleme Ödülü'nü alan kitap, Cem'in hüzünlü hikâyesini, tarih kitaplarındaki çalakalem bilgilerden öte, belgelerle anlatıyor. "Derdim, gerçek Cem Sultan'ı ortaya çıkarmak." diyen Meriç, Cem'in din değiştirmediğini, annesi Çiçek Hatun'un Sırp asıllı olmadığını ve Âşık Paşa'nın verdiği bilgilerin gerçekle ilgisi bulunmadığını söylüyor.

Fatih Sultan Mehmet 1481 yılında hayata gözlerini yumarken taht için Anadolu'da sancak beyi olarak görev yapan iki vâris bırakmıştı: Bayezid ve Cem. Sultan vefat eder etmez Amasya'daki Bayezid'e ve Konya'daki Cem'e aynı anda haberci gönderildi. Cem'in daha yakında olduğu için erken gelip tahta çıkacağı bekleniyordu. Ancak, davet kendisine ulaştığında taht fırsatını çoktan kaçırmıştı. Yine de babasının taht için kendisini seçtiğini söyleyerek, Bursa'ya geçti, adına para bastırdı, hutbe okuttu. Bayezid ile yaptığı mücadeleler sonunda yenilince de Mısır sultanına sığındı. İlk defa bir Osmanoğlu olarak haccını eda etti, ardından Anadolu'ya geri döndü. Konya'yı alma çabası da boşa çıkınca Rodos'a gitti. Artık Avrupalılar elinde Osmanlı'ya karşı bir kozdu. Yaklaşık 13 yıl esaret hayatı yaşadı ve 1495'te zehirlenerek vefat etti. Dört yıl sonra da bedeni Osmanlı devletine verildi. Ancak Cem'in iç burkan serencamı burada bitmedi; tarih bu talihsiz şehzadeyi kimi zaman yargıladı, kimi zaman da efsanelere kurban etti.

Münevver Meriç'in öyküsü ise, 1958 yılında, Sultan Cem'in 'Cemşid i Hurşit' mesnevisini Kütahya'da bulması ile başlıyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan Meriç, öğretmenlik görevine devam ederken bu konudaki araştırmalarını da ihmal etmemiş. Cem'in ardındaki sır perdelerini araladıkça, ona yapılan haksızlıklardan o derece muzdarip olmuş ki, ömrünü esir bir şehzadenin gerçek kişiliğini ortaya çıkarmaya adamış. Kitabının yazım aşaması tam dokuz yılını almış. Halen Çengelköy'deki evinde tek başına yaşayan Meriç, "Cem Sultan artık benim oğlum oldu." diyor. Bu konudaki en iyi kaynak taraması ile yazılmış olan Cem Sultan kitabının titiz bir çalışmanın ürünü olduğu gözden kaçmıyor. Arapça ve Fransızca bilen Meriç, eseri yazma gayesini "Sultan Cem olayındaki gerçekleri örten sis perdelerini kaldırma ve yanlış değerlendirmelerin doğru cevaplarına işaret etme" olarak açıklıyor. "Cem'in edebi kişiliği hakkında söylenenler ne kadar yanlışsa, onun Rodos şövalyelerine sığındığı hükmü de o kadar yanlıştır." diyor Münevver Meriç. "Şövalyelere sığınmadı, resmî geçiş izni aldı. Ama Cem adaya ayak atar atmaz onu bir ganimet bilen Hıristiyanlar etrafını sardılar."

Cem'e adanmış bir ömür

Cem'in çevresini kuşatan efsane tabakalarını kaldırmak kolay olmamış. Meriç, kâh bir belgenin, kâh bir kitabın peşinde iz sürmüş yıllarca. Efsaneden öteye geçmeyen bilgileri gördükçe içerlemiş. Cem'in doğru tanınmasına gölge düşüren konuları belgeleriyle açıklamış. Örneğin Thouse, Francesco Berlinghieri'nin Coğrafya kitabını Cem'e ithaf ettiğini Torino Kütüphanesi'nden aldığı belgelere dayanarak yazar. Meriç, kitabın fişlerini incelediğinde Berlinghieri'nin kitabını Cem'e değil Fatih'e ithaf ettiği ortaya çıkar. Nicolas Vafın ise 'Sultan Djem' adlı kitabında şehzadenin annesi Çiçek Hatun'un Sırp asıllı olduğunu ispatlamak için çeşitli kaynaklara başvurmuş. Meriç, bu belgeleri de tek tek inceleyerek şu yargıya varmış: "Gösterilen belgelerin içinde Çiçek Hatun'un adı bile geçmiyor."

Münevver Meriç'in Cem hakkındaki yanlışlar için kaleme aldığı reddiyelerin de haddi hesabı yok. Tarihçilerden akademisyenlere, gazetecilerden yazarlara pek çok isim bundan nasibini almış. Meriç, yazdığı mektupların sonunda 'darılmaca yok' diye yazmayı da ihmal etmemiş, muhatabı kırılmasın diye. Talihsiz şehzadeyi anlatırken, gözyaşlarını tutamaması ise Cem Sultan'a adanmış bir ömrün işareti.

'Dinine ve milletine bağlı bir şehzade'

"Cem Sultan üzerinde din ve politika oyunları hep oynandı. O, dinine, memleketine ve milletine bağlı, onurlu bir kişiliğe sahipti. Papa bir gün 'Eğer Hıristiyanlığı kabul edersen bütün Avrupa sana yardım edecek, arzuladığın saltanata sahip olacaksın.' teklifini getirdi. Cem, her zamanki gibi mağrur, asil ve cesur karakteriyle 'Ben size Mısır yolunu söylerim, siz bana batıl dirsünüz. İnsana kendi dininden başkası bâtıldur; dinimi cihan saltanatına virmezem.' der. Bizden başka kimse ona Hıristiyan gözüyle bakmadı, zan altında bırakmadı."

Musa İğrek / Zaman

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...