Jump to content

Bir yalıdan Boğaz'a baktım.


mavikiz

Recommended Posts

André Malraux laf ebesi bir Fransız yazarıdır. Ve siyaset adamı. Çin ihtilaliyle ilgilenmiş, İspanya iç savaşına katılmış, İkinci Dünya Savaşı'nda bilfiil çarpışmış, Almanlara esir düşmüş, zaferden sonra De Gaulle hükûmetinde kültür bakanı olarak yer almış bir eylem adamı.

Kitaplarından bir cümle kalmış hatırımda; Sessizliğin Sesleri adlı sanat tarihindeydi galiba. Orada, ehramların görkeminden söz ederken der ki:

– Ölüm insanın bir numaralı gerçeğidir.

Mısır'daki dev yapıların ölüme karşı dikilmiş siper niteliğini anlatır. Ben de ne zaman bir sevdiğimi kaybetsem, bu sözünü hatırlarım Malraux'nun.

Her seferinde yeniden.

İnkâr edilmezliğine karşılık, her ölümle yeniden öğrendiğimiz bir gerçek.

*

1996 yılının 26 haziranı bir çarşamba günüydü. Yarın, aradan on yıl geçmiş olacak. Zihni Küçümen'le arkadaşlığımızın altmış üçüncü yılını ben idrak ediyorum, Zihni yok. On yıldır ona hasretim. Yıldan yıla değil elbette, her gün hissettiğim bir eksikliktir bu.

1996 yılının 26 haziran sabahı, Göztepe'deki dairelerinde torunu Malik, bakmış dedesi uyanmıyor; odasına girmiş, elindeki boruyu kulağının dibinde var gücüyle öttürmüş.

Çıkıp babaannesi Şükran'a şikâyet etmiş:

– Uyanmıyor, dün gece çok ilaç aldı galiba.

– İki üç gündür sırtında ve sol kolunda bir ağrıdan şikâyeti vardı, demişti Şükran; cumartesi günü doktoruna göründü. Adale ağrısı demişler.

Benzer durumlarda ölüm sebebi kalpti kararına varılır. Bazen ben farklı düşünürüm de, yüksek sesle söylemeye cesaret edemem. İçimden, Zihni'nin sonunu tiroit bezi getirdi diye düşünmüştüm. Bu sebeple tedavi görmüştü. Ne değişir ki!

Zihni 67 yaşındaydı. Siz ne dersiniz, ne düşünürsünüz umurumda değil... Henüz çok gençti! Biz aynı yılın, 1929'un çocuklarıyız.

Zihni benim gibi yaşıtlarından da daha gençti. Sahiden yaşlanmayan bir yanı vardı arkadaşımın. Altmışımızı geçmişken, evin insanları uykuya çekildikten saatler sonra, onun sayesinde, ilkokul çocukları gibi gülerdik kimi geceler.

Bizde giydiği pijama hâlâ saklanır. Bazı akşamlar yemek saatine doğru kapı çalınırsa hâlâ, habersiz tarafından bir Zihni ikramı mı, diye ümitlenirim.

Bir insan evli barklı öz kardeşinin bile değil, ancak ana-babasının evine gelebilir, Zihni'nin bize geldiği rahatlıkla. Siz hiç misafir gittiğiniz evin sahibesine, sofradaki yemeği pek de beğenmediğinizi söylediniz mi? Bizde bunun kavgası olurdu.

*

Ben tiyatrocuları bir başka türlü seviyorsam derindeki sebebi, Zihni'nin tiyatro sevgisidir. Sarıyer, Eminönü halkevlerinden, Kabataş ve Feyziati salonlarından, yani 1940'lardan başlayarak, İstanbul Şehir Tiyatrosu yıllarınca, taa Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan sahnesine kadar, filmleri, televizyon dizileri dahil onun bütün oyunlarını seyrettim. Hayatımda beni bir kişi, bir okul müsameresinde rol almaya razı etti, lisedeyken... Rejisörümüz Zihni Küçümen'di.

O da benim, iyi kötü her yazdığımı okudu. Her yaptığım hakkında düşündüğünü söyledi. En mahrem bilinen meselelerime kadar.

Bir lise öğrencisi, nasıl olur da hayatını tiyatroya adayacağını daha o yaşta bilir ve bu kararlılığından asla vazgeçmez? Nasıl bir dürtüdür, insan için tiyatroyu, oyunculuğu bu kadar vazgeçilmez kılan?

Anlat deseniz, beceremem. Ama ben, o yaşlarda tiyatroyu seçen ve bir daha o dünyadan ayrılamayacak çocukları nerede görsem, tanırım. Ve tereddütsüz severim. Zihni'ye benzedikleri için değil; belki Zihni'yi de aynı sebeple sevmiştim.

Bilenlere söyleyeyim, onlar beni daha kolay anlar. Bu oyuncular fasilesi var ya, onlar insanla en çok ilgilenenlerdir. Bir oyuncu arkadaşınız var da onu sevemiyorsanız, sizde bir şeyler eksik demektir.

Zihni'den kalan boşluğu anlatmaya çalışıyorum... ve beceremiyorum.

*

Ölümünden on gün önce o, Aydın Kazancı ve ben, birlikte lisedeydik. Kabataş'ın pilav günüydü, 16 haziran pazar.

Bir hayal kırıklığımı anlatıyordum çok yakın iki dostuma. Bir keresinde herkes kendi sınıfında toplanacak demişler, heveslenmiş, 11 Edebiyat-B'de tanıdık kimseye rastlamayınca hayal kırıklığına uğramıştım. Edebiyat-B'de her yıl başka öğrenciler bulunmasından daha tabiî ne olabilirdi? Ben budala, zahir orada tam kadro bizim sınıfı bulmayı umdum.

Artık pilav günlerine de gidemiyorum. Yeniden birlikte oluştan çok, yalnızlık –sanki bir tür terk edilmişlik– hissi ağır basıyor. Yıllardır, liseliler toplantılarını da yapamaz olduk zaten.

Salı akşamı Sait Halim Paşa Yalısı'ndaki bir kutlamaya katıldık. Dame de Sion mezunlarının canlı, neşeli bir toplantısıydı. Otuz üç yıllık bir aradan, halası Zeynep'in mezuniyet şenliğinden sonra, Elif-torun'un mezuniyetini kutluyorduk. Çocuklar pistte çılgınlar gibi hoplaya zıplaya dans ederken, tenha rıhtıma çıktım biraz.

Rüya gibiydi derler ya! İnsana Boğaziçi'nin benzersizliğini duyuran bir yaz gecesiydi. Gene de, bulunduğum bu müstesna yerden, Boğaz'ı bütünüyle göremiyormuşum gibi geldi bana.

Sait Halim'den Kuzguncuk Nakkaştepe ve Rumelihisarı kabristanları görünmüyor. Ee Zihni Küçümen ile Nurullah Gezgin'in kabirlerini olsun göremiyorsam, Boğaz'ı tam göremiyormuşum gibi gelir bana.

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...