Jump to content

Fıkralar.. ( Zekice )


yineben
 Share

Recommended Posts

ÇANTA

 

Temel bir gün elinde bir çantayla havaalanına gelmiş. Havaalanındaki güvenlik alanından geçerken tarama yapan alet alarm verince, güvenlik görevlisi Temel'e sormuş:
-Beyefendi, çantanızda ne var? 
-Kuş yemi var.
-O zaman bir daha geçin bakalım.
Temel tekrar geçerken, tarama yapan alet yine ötmüş. Bunun üzerine şüphelenen güvenlik görevlisi uyarmış:
-Lütfen çantanızı açın beyefendi! 
Temel çantayı açmış. Güvenlik görevlisi çantanın içindeki mücevher, altın, saat gibi değerli şeylerin olduğunu görünce Temel'e sormuş:
-Hani kuş yemi vardı çantada?
-Valla memur bey, ben bunları götürüp kuşun önüne koyuyorum; ister yer, ister yemez!..
 
 
 
ACİL SERVİS
 

Temel bir hastanenin acil servisinde doktor olarak görev yapıyormuş. Bir gün bir trafik kazası olmuş; ölü ve yaralıları hastaneye getirmişler. Temel de yaralılarla ilgilenmeye başlamış. Yaralılar, canları yandığı için feryat ediyorlarmış:
-Ahhh!..
-Ihhh!..
-Offf!.. 
Bu feryatlar üzerine morali bozulan Temel, yaralılara dönerek bağırmış:
-Utanın ula, utanın!.. Siz sadece yaralısınız!.. Şunlar ise ölü, bakın hiç sesleri çıkıyor mu? 
 
 
ANONS
 

Temel, devlet memuru olduğu için görev gereği karısı Fadime ile Erzurum’da yaşıyorlarmış. Kar yağışının sürdüğü bir akşam üzeri, belediye hoparlöründen bir anons yapılmış:
-Sayın sokak sakinleri, arabalarınızı lütfen sokağın sol tarafına parkediniz!.. Sokağın diğer tarafındaki karlar temizlenecektir!..
Anonsu duyan Temel, evden çıkmış ve arabasını sokağın sol tarafına park etmiş.
Ertesi akşam, yine belediye hoparlöründen bir anons yapılmış:
-Sayın sokak sakinleri, arabalarınızı lütfen sokağın sağ tarafına park ediniz!.. Sokağın boş bırakılan tarafındaki karlar temizlenecektir!..
Temel yine dışarı çıkmış ve arabasını sokağın sağ tarafına park etmiş.
Kar yağmaya devam ediyormuş. Bunun sonucu olarak sokakların her gün temizlenmesi gerekiyormuş. üçüncü günün akşamı yine bir anons:
-Sayın sokak sakinleri, arabalarınızı lütfen sokağın .... tarafına park ediniz!.. Sokağın diğer tarafındaki karlar temizlenecektir!..
Ancak, anons yapılırken bir kopukluk olduğu için ne Temel, ne de Fadime arabaların sokağın hangi tarafına park edileceğini anlayamamışlar. Uzun bir süre sokağın hangi tarafına park edecekleri konusunda tartışmışlar ve bir türlü karara varamamışlar. En sonunda Fadime demiş ki:
-Ula Temel, boşver anonsu. Madem ki hangi tarafa park edileceğİni anlamadık, araba bugün de garajda kalsın da!.. 
 
 
ANNEM GELİYOR
 

Akşamüstü yorgun argın işten çıkıp evine gelen Temel'i, karısı Fadime neşeyle karşılamış:
-Müjde kocacığım; yakında bu evde üç kişi olacağız!..
Bu müjde üzerine tüm yorgunluğunu unutan Temel, sevinçle bağırmış:
-Ne mutlu bana!.. Demek ki; baba oluyorum ula!.. Yaşasın!..
Fadime demiş ki:
-Yok canım; annem yarın bize geliyor!.. 
 
 
BOYAMA İŞİ
 

Temel ile İdris, bir bayrak direğinin boyama işini almışlar. Ne kadar boya harcayacaklarını hesaplamak icin, direği ölçmeye calışmışlar. Çapını ölçmek kolay olmuş. Direğin yüksekliğini ölçmek için de, Temel İdris'in omuzlarına çıkmış, ama diregin tam tepesine ulaşamamış. Idris: "Ben senden uzun boyluyum, bir de ben deneyeyim!" deyip Temel'in omuzlarına çıkmıs ama, direğin tepesine o da ulaşamamış. Oturmuşlar, ne yapacaklarını düşünüyorlarmış. Yanlarına iri yarı bir adam gelip sormuş: 
-Burada ne yapıyorsunuz?
Bizimkiler sorunu anlatmış:
-Hiç sorma uşağım, direğin çapını ölçtük, ama bir türlü yüksekliğini ölçemedik.
Bunlara yardımcı olmak isteyen iri yarı adam, bayrak direğini kavradığı gibi yerinden sökmüş, boyunu ölçüp, tekrar yerine diktikten sonra yoluna devam etmis. Adam gittikten sonra Temel ve İdris birbirlerine bakıp gülmeye başlamışlar ve demişler ki: 
-Aptal herife bak da, biz ona yüksekliğini sorduk; o bize uzunluğunu verdi!..
 
 
BEDAVA 
 

Bir şirketin genel müdürü, şirket çalışanlarını denetliyormuş. Tam ürün müdürünün ofisinin önünden geçerken, onu sekreteriyle sarmaş dolaş olduğunu görmüş. Gördükleri karşısında şok olan genel müdür, hışımla ürün müdürünün ofisine dalmış ve başlamış fırça atmaya: 
-Yazıklar olsun sayın ürün müdürü! Biz sana bu kadar parayı bunun için mi veriyoruz?
Ürün müdürü hiç istifini bozmadan yanıt vermiş: 
-Hayır sayın genel müdürüm, ben bunu bedavaya yapıyorum!..
 
 
BİR SİLGİNİZ VAR MIYDI?
 

Adamın biri vapura binmiş ve bulmaca çözen bir bayanın karşısına oturmuş. Bulmaca çözerken bir soruya takılan kadın, adama sormuş:
-Pardon beyefendi, bulmacama yardım edebilir misiniz?
-Evet hanımefendi, buyurun, sorun.
-Kadınların çok hoşlandığı ve kullandığı bir şey; 5 harfli son 4 harfi ARAK? 
-cevap vermiş: 
-TARAK!..
-Aaa, evet doğru!.. Bir silginiz var mıydı?
 
ALİCAN
 

Alican, çok terbiyesiz bir çocukmuş. Bir gün annesinin misafirleri, konken oynamaya geleceklermiş. Alican'ın yanlış hareketlerde bulunacağından korkan annesi, misafirlere demiş ki:
-Alican terbiyesiz bir laf ederse, kalkıp gidiyormuş gibi yapın, belki utanır.
-Tamam, sen merak etme. 
Evde toplanan kadınlar, konken oynamaya başlamışlar. Tam o sırada nefes nefese içeri giren Alican, bir haber getirmiş:
-Anne, limana bir gemi yanaştı, içinde bir sürü abaza denizci var, karı arıyorlar!..
Bunun üzerine kadınlar ayağa kalkıp gidiyormuş gibi yapmışlar. Bunun üzerine Alican kadınlara seslenmiş 
-Oturun, oturun! Bir hafta daha buradalar!.. 
 
 
 
DONSUZ
 

Padişah, çok güvendiği bir adamını Arabistan'ı yönetsin diye göndermiş. Yönetici Arabistan'da gezerken bakmış ki; Araplar entari giyiyorlar ama, alta donları yok. Bir rüzgar esince, manzara felaket!.. "Entari altına don giymeyenler, kadı huzuruna çıkarılıp hapsedilecek!.." diye emir vermiş.
Aradan günler geçmiş, Arabın bir tanesi don giymemiş ve ilk rüzgârda olay farkedilmiş. Arabı Kadı huzuruna çıkarmışlar. Kadı sormuş:
-Adın?
-Aptülmecit!..
-Baba adın?
-Aptüllaziz!..
-Evli misin?
-Evet,
-Kaç karın var?
-5
-Kaç çocuğun var?
-İlkinden 15, ikincisinden 17, üçüncüsünden 16, dördüncüsünden 13, beşincisinden 18 tane.
Kadı, huzuruna çıkarılan Aptülmecit için şu kararı vermiş:
-Aptüllaziz oğlu, Apdülmecit'in, don giymeye vakti olmadığından, beraatine karar verilmiştir!..
 
 
APTAL KÖPEK
 

Kasap dükkânına giren bir köpek, ağzındaki torbayı yere bırakmış ve kasabın karşısında oturarak beklemeye başlamış. Köpeği görünce şaşıran kasap, dükkânda bulunan müşterilere bakarak sormuş:
- Bu da ne?
Müşterlerden birisi demiş ki:
- Et alacak herhalde.
Köpek hemen tasdik etmiş:
- Hav!..
Bunun üzerine kasap sormuş:
- Nasıl et istiyorsun söyle bakalım; kıyma, kuşbaşı, biftek?
- Hav!..
- Peki ne kadar istiyorsun; bir kilo, iki kilo?
- Hav!..
Etin parasının torbada olduğunu gören kasap, bir kilo kıyma çekip torbaya koymuş. Torbayı ağzına alan köpek dükkânı terk etmiş. Dükkânı yardımcısına bırakan meraklı kasap da köpeği takip etmeye başlamış. Birkaç sokak ötede bir apartmana giren köpek, üçüncü kata çıkmış ve bir kapıyı pençesiyle tıklatmış. Kapıyı açan bir adam, köpeğe bağırmaya başlamış:
- Ulan salak köpek!.. Sen hâlâ akıllanmayacak mısın?
Olayı şaşkınlıkla izleyen kasap, köpeğe bağıran adama çıkışmış:
- Dur bir dakika hemşerim, ne yapıyorsun? Gördüğüm en akıllı köpek o!.. Ona niye bağırıyorsun?
Kasabın bu sözü üzerine adam demiş ki: 
- Ne akıllısı be!.. Bu aptal köpek dışarı çıkarken anahtarını yanına almayı unutuyor!.. 
 
AHMET BEY
 

Bir devlet dairesinin büyük bir odasında 8-10 memur çalışıyormuş. Bunlardan iki tanesinin masaları karşı karşıya olmasına rağmen, senelerden beri hiç birbirleri ile konuşmamışlar, tanışmamışlar. Memurlardan biri saat tam beşte önündeki bütün dosyaların muamelesini bitirip giderken, diğer memur önündeki dosyaların işi bitmediği için hep geç kalırmış. Bu böyle senelerce sürüp gitmiş. Bir gün dehşetli bir kar fırtınası başladığı için, kimse daireden çıkamamış. Bütün gece orada kalmak zorunda olduklarını anlayan memurlar, dışarıdan kebap, lahmacun, rakı getirtip eğlenmeye başlamışlar. Masaları çok yakın olduğu halde birbiri ile hiç konuşmayan iki memur, alel acele kurulan rakı masasında da yan yana düşmüşler. Bir tanesi kadehini kaldırıp şöyle demiş:
-Yahu arkadaş, bu kadar senedir hiç konuşmak kısmet olmadı. Haydi şerefe!.. 
-Şerefe arkadaşım!..
-Arkadaşım senelerden beri konuşmadık. Bari bundan sonra arada bir iş bitince beraber çıkalım, köşedeki meyhanede bir iki kadeh çekelim. 
-Çok iyi olur, ama benim işim sizinki gibi saat beşte bir türlü bitmiyor. Siz nasıl oluyor da işinizi tam zamanında bitirebiliyorsunuz? 
-Kimseye söylemiyeceğine dair söz verirsen, sana bir sırrımı açıklayacağım. 
-Tamam, söz.
-Bana karışık, içinden çıkılması zor olan bir dosya getirdikleri zaman üstüne "Ahmet Bey'e havale" yazıp kaleme geri gönderirim. Senelerce önce "Nasıl olsa bu koca bakanlıkta bir Ahmet Bey vardır" diye düşündüm ve haklı çıktım. Şimdiye kadar havale ettiğim dosyaların hiç biri bana geri gelmedi.
Öteki adam ayağa kalkmış, elini uzatmış ve şöyle demiş:
-Galiba artık tanışmamızın zamanı geldi, bendeniz Ahmet Bey!.. 
 
 
BORU YETMEDİ
 

Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunuyormuş. Birden yağmur bastırınca, bunlar da hemen yakındaki bir arazi evine sığınmışlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz evden ayrılmış. Bunlar ev sahibini beklerken, dikkatleri soba üzerinde toplanmış. Soba yerden 1 metre yukarda, altındaki dizili taşların üzerindeymiş. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair, kendi aralarında tartışmaya başlamışlar.
Kimyacı:
-Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış.
Fizikçi:
-Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş.
Jeolog:
-Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan, herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak, yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış.
Matematikçi:
-Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.
Antropolog:
-Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle, sobayı yukarıya kurmuş.
Bu sırada ev sahibi gelmiş. Ona sobanın yukarda olmasının nedenini sormuşlar. Adam demiş ki:
-Boru yetmedi!..
 
 
ÇIPLAK KADIN RESMİ
 

İlkokul 5. sınıfta resim dersinde öğretmen demiş ki:
-Çocuklar konu serbest, hepiniz hayvan resimleri çizin. 
10 dakika sonra küçük Ahmet el kaldırınca, öğretmen yanına gelmiş. Resim kağıdının üzerinde bir sinek gören öğretmen, çocuğun bu sinekten şikayetci oldugunu sanıp, eliyle sineği kovalamış, ama hayvan hiç hareket etmemiş. Biraz daha dikkatli bakan öğretmen, sineğin gerçek olmadığını ve bunun bir sinek resmi olduğunu fark etmiş. Hayretler içinde kalan öğretmen, şaşkınlıkla sormuş: 
-Oğlum, bu resmi sen mi yaptın? 
-Evet öğretmenim. 
-Peki, bir de at resmi yap bakayım. 
Küçük Ahmet öyle bir at resmi çizmiş ki; at, sanki kağıttan fırlayıp çıkacak kadar canlıymış. İyice şaşıran öğretmen, çocuğa seslenmiş: 
-Yavrum, beni hemen babana götür. Sen müthiş bir yeteneksin. Burada harcanmaman gerekir. Derhal güzel sanatlara transfer olman lazım. Babanla konuşmalıyım.
Son dersten sonra öğretmen, Ahmetle beraber yola çıkmış. Dar bir patikadan geçerek, bir gecekonduya gelmişler. Çocukla birlikte içeri giren öğretmen, yatakta inleyen bir adam görünce konuşmaya başlamış: 
-Geçmiş olsun efendim. 
-Tesekkür ederim. 
-Ben oğlunuzun öğretmeniyim... 
-Allah kahretsin oğlumu!..
-Aman efendim, böyle söylemeyin, yaptığı resimler... 
-Onun yaptığı resimler yerin dibine batsın!.. 
-Ama, beyefendi böyle yetenekli bir çocuğun... 
-Yeteneğine başlatmayın şimdi!.. 
-Peki, ne oldu, oğlunuza niçin böyle kızgınsınız? 
-Neden olacak? Dün gece eve biraz çakırkeyif geldim. Bu eşşoğlu eşşek sobanın üzerine çıplak kadın resmi çizmiş. Ben de yanan sobaya sarılınca, bu hale geldim!..
 
 

fıkraları aynen orjinal şekliyle paylaştım

Edited by yineben
Link to comment
Share on other sites

                ( kabiliyetli  psikiyatri )

 

İshal olan Temel, hastaneye kaldırılmış. Acil servisteki nöbetçi Doktor, kısa bir muayeneden sonra, hastabakıcıya talimatını vermiş:
-Hastamız şiddetli ishal, kendisini tekerlekli sandalyeye oturt ve hemen İç Hastalıkları Servisine götür.
Hastabakıcı Temel'i tekerlekli sandalyeye koymuş, ama yanlışlıkla koridorun sonundaki psikiyatri servisine bırakmış. Aradan birkaç gün geçmiş. İlk teşhisi koyan doktor, Temel'i psikiyatri servisinde görünce şaşırmış: 
-Yahu sen ishaldin, ne arıyorsun psikiyatri servisinde?
-Ne bileyim, sizin hastabakıcı buraya getirdi da!..
-Peki ishal durumun nasıl?
-Aynen eskisi gibi ama...
-Aması ne?
-Artık kafama takmeyrum!..

 

 

Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememiş. Bakan ne yaparsa yapsın, basın mensuplarına bir türlü yaranamıyormuş.

Basının kendisiyle uğraşması bakanın canına tak etmiş, kendi kendine "Öyle bir şey yapayım ki; gazeteciler mat olsun" diye düşünürken, aklına parlak bir fikir gelmiş.

 Bakanın bazı özel yetenekleri varmış, bu yeteneklerinden birini kullanarak basın mensuplarını etkilemeye karar vermiş.

"Bakan, pazar günü saat 10:00 da denizin üzerinde yürüyecek." diye hemen bir basın bildirisi yayınlamış. Pazar sabahı saat 10:00 da tüm basın mensupları bildiride belirtilen yerde toplanmışlar.

Bakan gelmiş ve elindeki bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başlamış. Basın mensupları şaşkınlıkla bakarken, bakan denizin üzerinde yürüye yürüye karşı kıyıya geçmiş.

Fakat ertesi günün tüm gazetelerinde şu başlık varmış: "Bakan yüzme bilmiyor!.."

 

 

 

BEN DE BİLMİYORUM

 

Temel bir gün trende yolculuk yaparken, yanına Yahudi bir yolcu binmiş. Hareketlerinden ve giyim tarzından, Temel'in saf biri olduğunu anlayan Yahudi, hemen Temel'e yönelerek seslenmiş:
-Beyefendi, size bir soru sorabilir miyim?
-Sor.
-Sen bana bir soru sor, bilemezsem; 100 lira veririm. Sen benim sorumu bilemezsen; bana 10 lira verirsin, olur mu?
-Olur.
Yahudi yolcu:
-Önce sen sor
Temel sormuş:
-Üç ayaklı canlı nedir?
Yahudi biraz düşündükten, sonra 100 lirayı uzatmış:
-Bilemedim, sen söyle?
100 lirayı cebine atan Temel, Yahudiye 10 lira geri vermiş ve şöyle demiş:
-Ben de bilmiyorum!..
 
 
 
 
Bir ülkede bir bakan, kendisini gazetecilere hiç sevdirememiş. Bakan ne yaparsa yapsın, basın mensuplarına bir türlü yaranamıyormuş.

Basının kendisiyle uğraşması bakanın canına tak etmiş, kendi kendine "Öyle bir şey yapayım ki; gazeteciler mat olsun" diye düşünürken, aklına parlak bir fikir gelmiş.

Bakanın bazı özel yetenekleri varmış, bu yeteneklerinden birini kullanarak basın mensuplarını etkilemeye karar vermiş.

"Bakan, pazar günü saat 10:00 da denizin üzerinde yürüyecek." diye hemen bir basın bildirisi yayınlamış. Pazar sabahı saat 10:00 da tüm basın mensupları bildiride belirtilen yerde toplanmışlar.

Bakan gelmiş ve elindeki bastonuyla denizin üzerinde yürümeye başlamış. Basın mensupları şaşkınlıkla bakarken, bakan denizin üzerinde yürüye yürüye karşı kıyıya geçmiş.

Fakat ertesi günün tüm gazetelerinde şu başlık varmış: "Bakan yüzme bilmiyor!.."

Edited by yineben
Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Share

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...