Jump to content

Mimar Sinan'ın Dehası


Def@ult

Recommended Posts

Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami'nin 1990'li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv’de söyle anlatmıştı.

Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taslarda yer yer çürümeler vardı.

Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşa edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu.

Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık.

Sonuç olarak kemeri alttan destekleyen bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.

Kalıbı söktük. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık. Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kağıt vardı. Şişeyi açıp kağıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu.

“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taslar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum. "

Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu’nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir bicimde kemerin inşasını anlatıyordu.

Bu mektup bir insanin, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insan üstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern cağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kağıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Alıntıdır.

Saygılar.

Link to comment
Share on other sites

hikaye güzel, olan olayda etkileyici ancak ben cam şişenin en fazla 300 yıl dayanabildiğini sonrasında çürümeye başladığını okumuştum yanlış hatırlamıyosam bi yerde, kaynak var mı acaba bununla ilgili? Selimiye Camii hakkında da bi kaç ingiliz mühendis bunu Mimar Sinan'ın yaptığını bilmesek Allah yaptı derdik demişlerdi gerçekten büyük bir deha takdire değer eserler bırakmış ilim adamlarımızdan birisi...

Link to comment
Share on other sites

syn. bilalatac camın ömrü dış koşullara göre değişiklik gösterir. Tepkimeye girecek elemanların değerlerine göre değişir. Organizmaların yoğunluğuna göre değişir. Mimar sinanın yumurta akıyla yaptığı harçları ve taşların soğuk kalma özelliğini düşünürsek ve camın kalınlığınıda göz önüne alırsak dayanıklılık süresini daha da yukarı çekebiliriz. 300 yıllık değer nemli toprak hesabı göz önüne alınarak doğada kaybolması için gereken süredir.

Bunun dışında ben bu durumu daha öncede okumuştum. Kaynağı hatırlamıyorum ama.

Sonuç olarak Edirne'de okuyan biri olarak Mimar Sinan'ın ne büyük bir mimar ve mühendis olduğunu düşünüyorum; buna rağmen onun eserlerine gereken değerleri vermememizi hatta ve hatta bazı bölgelerde mimarımızın eserlerinin üstüne uydu alıcısı çakmamızı esefle kınıyorum. Kadir kıymet bilmiyoruz malesef... Eller bizden daha çok değer veriyor Mimar Sinan'a..

Link to comment
Share on other sites

syn. bilalatac camın ömrü dış koşullara göre değişiklik gösterir. Tepkimeye girecek elemanların değerlerine göre değişir. Organizmaların yoğunluğuna göre değişir. Mimar sinanın yumurta akıyla yaptığı harçları ve taşların soğuk kalma özelliğini düşünürsek ve camın kalınlığınıda göz önüne alırsak dayanıklılık süresini daha da yukarı çekebiliriz. 300 yıllık değer nemli toprak hesabı göz önüne alınarak doğada kaybolması için gereken süredir.

Bunun dışında ben bu durumu daha öncede okumuştum. Kaynağı hatırlamıyorum ama.

Sonuç olarak Edirne'de okuyan biri olarak Mimar Sinan'ın ne büyük bir mimar ve mühendis olduğunu düşünüyorum; buna rağmen onun eserlerine gereken değerleri vermememizi hatta ve hatta bazı bölgelerde mimarımızın eserlerinin üstüne uydu alıcısı çakmamızı esefle kınıyorum. Kadir kıymet bilmiyoruz malesef... Eller bizden daha çok değer veriyor Mimar Sinan'a..

cam konusundaki bilgilendirme için teşekkürler bu kadar detaylı bilemiyordum kalınlığı konusunu da düşünmedim pardon...

değer verme konusuna gelince sadece Mimar Sinan mı? bizde üreten düşünen hiç kimseye gereken değer verilmiyorki dediğin gibi eller sahip çıkıyor koca Sinan'a...

Link to comment
Share on other sites

SÜLEYMANIYE CAMII

En büyük hükümdarin en büyük mimara yaptirdigi muhtesem eser

Süleymaniye, onu yaptiran hükümdar kadar muhtesem! Istanbul'un yedi tepesinden birinin yamacinda, o tepeyi asan bir dag gibi heybetli. Yalniz çevresine degil, bütün Istanbul'a hükmediyor. Bütün Istanbul'u kucakliyor.

Bugün Istanbul'da yükseklikleri Süleymaniye'yi asan binalar var. Hanlar, apartmanlar var. Ama bütün bunlar Süleymaniye'ye nispetle ne kadar silik. Ne kadar küçük! Çünkü Süleymaniye'nin ihtisami yalniz boyutlarinda degildir.

Dünyanin en kudretli hükümdarinin emriyle, dünyanin en büyük mimari tarafindan, dünyanin en güzel sehrine yaptirilan anit, elbette böylesine muhtesem olacakti. Kanuni Sultan Süleyman böyle olmasini istemisti. Yaptiracagi caminin dünyanin herhangi bir yerinde daha evvel yapilan camilerle ve öteki mabedlerle ölçülemeyecek kadar muhtesem olmasini arzu etmisti.

Mimarbasi Koca Sinan bu emri alinca Ayasofya'dan daha güzel bir mabed yapma firsati buldugu, bu imkana kavustugu için, kivançla, sevk ve heyecanla ise koyuldu. Önce, bu bugünkü üniversitenin bulundugu yerdeki sarayin kuzeyinde, Istanbul'un üçüncü tepesinin yamaci idi. Sonra, hayal ettigi mebedin resmini çizip padisaha gösterdi ve boyutlari hakkinda yaklasak bilgiler verdi. Kanuni tasariya begenmisti.

TEMEL ATILIYOR

En usta sanatkarlar ve mimarlar Istanbul'da Mimarbasi Koca Sinan'in emrine verildi. Bir yandan da, imparatorlugun her tarafindan eserin insasina yarayacak malzemenin toplanmasina baslandi.

1549'da temel kazisina baslandi. Kaya zemine ulasma ve temelleri tutturma isi uç yil sürdü. Üç yil da temel hizasindaki insaat için çalisildi. Bundan sonra insaata bir yil ara verildi. Bu, temelin iyice oturmasi, bütün agirlik binince hiçbir yerinde en ufak bir çökntü olmamasi içindi.

Insaata bu maksatla ara verilmasi dünyanin bazi ülkelerinde, Islam aleminin en büyük mabedi olacak binanin yapilmasindan vezgeçildigi seklinde yorumlandi, Böyle düsünenler arasinda Iran Sahi da vardi.

Muhtesem eser, temellerin atilmasindan sonra bir yillik bekletme süresi de dahil olmak üzere sekiz yilda tamamlanmisti. Sekiz yil sonra, daha açilis merasimi yapilmadan, en büyük Islam mebedinin yapildigi heberi bütün dünyada duyulmustu.

Gerçekten, Istanbul'un en muhtesem abidesi olan Süleymaniye, kubbesinin çapi ve yüksekligi disinda birçok bakimdan Ayasofya'yi asiyordu.

Ayasofya'nin kubbesi, yanlardaki dörder çapraz tonozla desteklenmisti. Sinan ise Süleymaniye'de asil kubbenin iki tarafinda ayni büyüklükte olmayan dörder kubbe oturtmustu. Bu, yapiya harikulade bir zerafet veriyordu.

SÜLEYMANIYE'NIN BOYUTLARI

Iç ve dis avlular olarak genis bir alani kaplayan caminin esas binasi 57 metre genislikte ve 60 metre uzunlukta, yani kareye yakin bir alan isgal eder. Kunnesinin çapi 25.5 m., yerden yüksekligi ise 53 metredir. Kubbe dört filayagina dayanan dört büyük kemere ve bu kemerler arasindaki dört askiya oturtulmustur. Sinan'in deyimi ile bu dört somaki sütun Muhammed dinini sembolize eden kubbeyi tutuyordu. Bu sütunlarin nereden nasil getirilidigini asagida okuyacagaz.

Iç avluya üç kapidan girilir. Ortadaki büyük kapinin üzerindeki mermer isçiligi, Selçuk sanatinin devamini ve gelismis ince ustaligini yansitir.

Süleymaniye'nin dört minaresi ve bu minarelerin toplam 10 serefesi VARDIR. Bu, Kanuni Sultan Süleyman'in 10. Osmanli hükümdari olusunu sembolize eder. Büyük minarelerin yüksekligi 74 metredir.

Minare sayisinin dört olusunu da Kanuni'nin fetihten sonra 4. Padisah olusunu baglaya tarihçiler vardir. Bu görüse ilk defa, içinde bulundugumuz yüzyilda, E.Mamboury tarafindan yer verilmistir. Galatasaray Lisesi'nde uzun yillar matematik ögretmenligi yapan Mamboury ayni zamanda bir mimarlik tarihçisidir. Yabancilar için ilk büyük Istanbul rehberini de o yazmistir.

HARIKA BIR AKUSTIK

Mimar Sinan, cami içinde sesin iyi yayilmasi ve duyulmasi için harika bir teknik kullanmistir. Bunun için bütün kubbeleri çift kubbe seklinde yapmistir. Ayrica, ortadaki büyük kubbeye, içeriye dogru açik durumda, derinlikleri 50 metreye ulasan, agizlaru 5 metre olan 64 küb yerlestirmistir. Bu küplerden, küçük kubbelerin köselerine ve sarkitlarin altina da koymustur. Bundan baska, zeminde, sesi yansitmak için tuglalardan bosluk birakmistir. Iste bu sayede Süleymeniye harika bir akustige sahip olmustur.

KARINCA KAPTAN'IN ARMAGANI

Caminin insaatina yarayacak malzemenin Istanbil'dan ve imparatorlugun diger eyaletlerinden de toplandigini söylemistik. Büyük kubbeyi tutan dört somaki sütundan biri Baalbek harabeleinden, biri Iskenderiye'den getirilmis. Ikisi de Istanbul'daki yikik Bizans eserlerinden alinmistir. (Evliya Çelebi'ye göre Misir'dan getirilen sütunlarin sayisi dört idi. Bunlardan ikisi revaklarda kullanilmis olabilir.)

Beyaz mermerler Marmara Adaasi'ndan, yesil mermerler Arabistan'dan getirilmisti.

Evliya Çelebi dört büyük sütunun Istanbul'a getirilisini söyle anlatiyor:

''..Caminin saginda ve solunda dört adet somaik mermer sütun vardir ki herbiri onar Misir hazinesi degerindedir. Misir diyarinda eski bir sehirden Nil yoluyla Iskenderiye'ye getirilmis. Karinca Kaptan bunlari orada sallara yükleyip, uygun rüzgar kolla***** Istanbul'da Unkapani'na ulastirmis. Unkapani'ndan Vefa Maydani'na, oradana da Süleymaniye'ye getirerek, Sultan Süleyman'a, ''size layik nemiz var ki, bu fakirane hediyeyi kabul eyle'' diye sunmustur. Bundan memnun kalan Süleyman Han da, Karinca Kaptan'a Yilanla Ceziresi sancagini hediye etmistir.''

SÜLEYMANIYE'NIN HARCINA KARISTIRILAN MÜCEVHERLER

Süleymaniye'nin temelleri atildiktan sonra, iyice oturmasi için yapiya ara verince, yukarida da söyledigimiz gibi, agir masraflar yüzünden insaata ara verildigini sananlar olmustu. Böyle zannedenlerden biri de Iran sahi Tahmasp Han idi. Ona adamlari böyle haber vermisti. Oysa o bu haberi aldigi zaman, Mimar Sinan'in temelin oturmasi için hesapladigi süre dolmus, insaata baslanmisti. Yüzlerce amele, usta ve süsleme isini yapan sanatkarlar, haril haril çalisiyordu.

Bundan habersiz olan Sah Tahmasp, insaatin devami için mali yardimda bulunmak istedi. Istanbul sefiri ile, kiymetli mal yüklü bir kervani ve içi degerli taslarla, mücevherlerle dolu bir kutuyu Kanuni Süleyman'a gönderdi.

Görünüste dostça bir yardim olan bu davranisi ile. Kendi kudret ve zenginligini göstermek, sonunda büyük eserin ancak kendi yardimi ile meydana geldigini söylemek, övünmek istiyordu. Kanuni'ye bu hediyeleri gönderme senebini açiklayan mektubunda da sunlari yaziyorduÇ

''…Haber aldik ki camiyi tamamlamaya kudretiniz yetmeyip, yapilmasindan feragat etmissiniz. Size, dostlugumuza dayanarak bu kadar mal ve hazine ve bu kadar cezahir gönderdik. Bu mücevherleri insaatini bitirmeye çalisan ki bizim dahi hayratinizda hissemiz ola.''

Bu mektuba, mektuptaki usluba sünürlenen Kanuni. Getirilen mallari elçinin gözleri önünde bahsis olarak dagittiktan sonra, mücevher dolu kutuyu da Mimar Sinan'a vererek söyle dedi:

''..Bu gönderdigi taslar benim camiimin taslari yaninda pek kiymetsizdir. Tez bunlari el, öteki taslara karistirip bina eyle!''

Iran sefiri gördüklerine ve duyduklarina sasip kalmisti (Akil dairedinden mephut ve mütehayyir kaldi). Getirdigi mektubunun cevabini böylece alarak Revan'a döndü.

Öte yandan Mimar Sinan, padisahin emrini yerine getirmis, degerli mücevherleri mimarelerden birinin taslari arasina maharetle yerlestirmisti. Günes isiginda elmaslar piril piril patladigi için bu minareye ''Cevahir minaresi'' adi verildi. Evliya Çelebi bu taslarin zamanla ''Hararet siddetinden bozuldugunu ve piriltilarinin kayboldugonu'' yaziyor.

RUHLARI AYDINLATAN SÜSLER

Süleymaniye elbette sadece bir heybet, sadece bir mimarlik saheseri degildir. Içerideki süsleri ile de bir harikadir. Minber ve mihrap mermer oymaciliginin; vaiz kürsüsü ve abonoz kapilar tahta oymaciliginin en güzel çrnekleridir. Askilar, billur kandiller, tunç samdanlar essiz güzelliktedir.

caminin 138 penceresimden giren isik, ''Sarhos Ibrahim'' adiyla anilan ünlü sanatkarin döktügü renkli camlardan içeriye süzlüyor ve anlatilmiz bir sekilde insanlari büyülüyor.

Mihrabin iki yanini süsleyen Kütahya çinileri de çol güzeldir. Hele katahisarli Semseddin Ahmet Efendi'nin kubbeyi isildata hatti ruhlari da aydinlatiyor. Bu har, ''Allah gökleri aydinlatmistir'' mealindeki ayetin yazisidir.

Bu yazilara göz nuru döken büyük sanarkar, ayetin anlamaindan ve kubbeye verdigi ihtisamdan gözleri kamasmis gibi, isinin sonlarina dogru iyi göremez oldu. Yazilari, onun ögrencisi olan Hasan Çelebi tamamladi.

SULTAN ''BITSIN'' EMRINI VERIYOR

Artik, Sultan Süleyman'i da, Koca Sinan'i da ölümsüzlestirecek, Türk mimarlik sanatinin üstünlügünü gösterecek eser bitmis sayilirdi. Halk gibi hükümdar da açilisi sabirsizlikla beklemekteydi. Fakat Mimar Sinan titizlik gösteriyor, yapinin hiçbir kösesinde en ufak bir ihmal görülmemesi, hiçbir seyin unutulmamasi için çalisiyordu. Sinan'i çekemeyen bazi kisiler de Sultan'a, onun isini ihmal ettigini, kubbesin durmasindan da süphe ettiklerini söylemek küçüklügünü gösterdiler.

Açilisin gecikmesine, isin bir an önce bitirilmemesine gerçekten cani sikilan Sultan Süleyman bir gün camie gitmis, Mimar Sinan'i minber ve mihrapta bazi rötuslar yaparken görmüs ne ona söyle demisti:

''-Niçin benim camiim ile mesgul olmayip mühim olmayan islerlee vakit geçirirsin? Ceddim Sultan Mehmet Han'in mimari sana yeter bir numune olsun, bana, bu bina ne zaman biter, tez haber ver!''

Mimar Sinan, Sultan'in bu hitabi karsisinda sasirmis amasükunetle su cevabi vermisti:

''-Saadetlu padisahimin devletinde insallah iki ayda tamam olacaktir.''

TAMAMLADI YAPISINI KIM AÇACAK KAPISINI

Gerçekten iki ay sonra muhtesem yapi tamam oldu. Fakat eserin bir an önce tamamlanmasini isteyen Sulta Süleyman, caminin kapisini bizzat açmak için axele etmedi. Ayasofya'yi açan Justinianus gibi, Hz. Süleyman'I ve onu yenmis olmak gururuna da kapilmadi. Cami kapisini kendisinin mi yoksa daha layik olduguna Osabasisina sormaktan da çekinmedi. O da, '' Bunu en layik kulunuz emektar Mimar Agadir'' cevabini verdi.

16 Agustos 1557 günü, yeni ve muhtesem caminin kapisina gelen Kanuni Sultan Süleyman, orada toplanan büyük kalabaligin huzurunda, Koca Mimar Sinan'i yanina çagirdi ne ona söyle dedi:

''-Bina eyledigin beytullahi, sidk-u safa ve dua ile senin açman evladir!''

Ve, Koca Sinan, dua ile anahtara çevirdi. Böylece, gelecek çaglara bir devrin san ve söhterini, sanat kudretini ulastiracak olan mabedin kapilari açildi.

Link to comment
Share on other sites

Bir Derleme;

Şair Cemal Süreya, “Bütün mimarlar yüksek, mühendisler de / Bir sen kaldın alçak, ey Sinan usta” der bir şiirinde.

Bugünün mimarlık anlayışına ve Mimar Sinan’a gösterdiğimiz vefasızlığa işaret eden bu iki ironik dize, pek çok şeyi özetliyor aslında. Çünkü onunla ilgili ne derli toplu bir çalışma, ne eserleri ile ilgili teknik bir çözümleme, ne de onu ya da muhteşem eserlerini anlatan bir roman ya da bir film var ortada. Hal böyle olunca, asırlardır ayakta duran eserleriyle yaşayan büyük usta, kültür ve sanat tarihimizin ‘meçhul meşhur’lar listesinde ilk sırada bulunuyor. O kadar ki onun aynı zamanda dünyanın sayılı su mühendislerinden biri olduğunu ve ‘mimarbaşılık’ görevi ile imparatorluğun imar ve iskan bakanlığını yürüttüğünü bile çoğumuz bilmiyoruz.

Dünya şaheserleri arasına girmiş muhteşem yapılarıyla bizi dünyaya tanıtmış bir isimdir Sinan. Böyle bir deha, böyle bir usta Batı medeniyetinin içinde olsaydı, dünya birbirine katılırdı. Mesela Sinan’ın Sokullu Mehmet Paşa adına yaptığı Drina Köprüsü, kentin hayatında o kadar önemli ki o yörenin yazarı olan İvo Andriç bu köprünün adını taşıyan bir roman yazdı ve eser Nobel Edebiyat Ödülü aldı.

İstanbul’un en güzel siluetine sahip olan Süleymaniye Külliyesi’nin piramidal bir görüntüsü vardır. O dönemde böyle bir külliyenin, böyle eğimli bir alana yerleştirilmesi mimaride bir devrimdir. Fakat topografyaya saygılıdır Sinan; doldurma yapmamış, tabiatı bozmamıştır. Bugün çağdaş mimarinin vardığı yerdir bu ve adı organik mimaridir. Yani çevre ile uyumluluk arz eden mimari… Sinan Usta bunu 16’ncı yüzyılda yakalamıştır. Ve mesela minare şerefelerinin altında bulunan mukarnaslar, yukarı çıktıkça küçülür. Böylece yukarı baktığınızda yalancı bir perspektif ortaya çıkar ve minareler sanki göğü delecekmiş gibi, olduklarından çok daha uzun görünür. Ama Sinan’ın asıl büyüklüğü, kubbeyi zirveye taşımasıdır. Kubbe mimarisinde yapılacak atılımların hepsini yapmış, Selimiye’de bunu zirveye taşımıştır. Kendinden sonra da hiçbir mimar ona ulaşamamıştır.

Bir Süleymaniye daha yapılabilir mi?

Mümkün değil. Çünkü her şeyden önce bir Sinan’a ihtiyacımız var. Hadi diyelim Sinan gibi bir deha çıktı, eseri sipariş edecek bir Kanunî gerek. Diyelim ki Kanunî gibi bir yönetici var, o zaman Osmanlı gibi süper bir devlet ve onun bütçesi gerekir. Diyelim o da var, bu sefer tezyini sanatların ustaları gerekli; mesela Karahisarî gibi bir hattat gerekli. Hadi bunlar da var diyelim; ama ne o dönemin malzemesi olan İznik çinileri var, ne asırlardır çürümeyen küfekî taşı… İşte bu yüzden mümkün değil ve bundan onu iyi korumamız gerekir.

Sinan çağı yalnız Türk mimarlığının değil, Türk toplumunun altın çağıdır.

Değerli mühendis Prof. Müfit Yorulmaz'a göre: 'Eserlerinin dörtyüz yıldır, taşıyıcı sistem arızası göstermeden bugüne kadar çeşitli doğal afetleri de geçirerek ayakta kalması, Mimar Sinan'ın üst ve altyapı çözümlerindeki engin bilgi ve deneyimini kanıtlamaktadır.'

Yine değerli mühendis Prof. Erhan Karaesmen, Selimiye mimarisine hayranlığını ince bir anlatımla dile getirmektedir:

'Kubbenin en tepesindeki alemden, ta dıştaki duvarların temeline kadar, dünyanın en tatlı ve anlamlı mekan senfonisi yapılmıştır... Sonsuz yükseklerden dökülen bir çağlayanın, billur zerreciklere ayrılıp, çevreye saçılışı gibi etrafa mutlu yayılışıdır... Tam bir akılcılıkla...'

Bir İtalyan mimarlık tarihçisi kitabında, "Bizdekiler ya mimar ya da mühendis; Sinan ise hem mimar hem de mühendistir." diyor. Hep düşünmüşümdür; Mimar Sinan acaba İtalyan, Alman, Fransız, İngiliz olsaydı, hakkında yazılan eserler kütüphanelere sığar mıydı?

Bundan yirmi yıl öncesine kadar Napolyon hakkında seksen bin küsur, Goethe hakkında yirmi iki bin küsur eser yazıldığını düşünürsek, Sinan hakkında yazılacaklara dair bir fikir sahibi olabiliriz. Bizde Sinan için yazılanlar iki elin parmaklarını geçmez. Bu bizim milli ayıbımızdır.

Rivayet edilir ki, Lozan Andlaşması görüşüldüğü sırada Venizelos, Lord Curzon'dan Edirne'nin kendilerine verilmesini istemiş Ünlü Türk düşmanı da şöyle demek zorunda kalmış: "Verelim Venizelos; fakat Selimiye'yi ne yapacağız? Yıksak bize barbar derler, Selimiye ile Edirne'yi size versek zalim derler; söyle zalim mi, barbar mı olalım?" Koca Sinan ruhunda oluşturduğu mührü, toprağa öyle azametli basmış ki, beldenin tapusunu ebediyete kadar milletimize çıkarmış.

Kendi ifadesiyle

"Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbeyi durdurmak son derece zordur. Kâfirlerin mimar geçinenleri 'Benzerini yapmak mümkün olsa yaparlardı' dedikleri, bu zavallının yüreğinde bir uhde olup kalmıştı. Sultan Selim Han'ın zamanında kudret gösterip bu yüce kubbeyi (Selimiye Camii) Ayasofya kubbesinden altı zira (dirsekten orta parmak ucuna kadar olan ölçü birimi) daha yüksek ve çevresini dört zira daha geniş yaptım."

İs odası ve akustik

Ayasofya'nın iç mekânı karanlıkken, Süleymaniye aydınlık bir mimariye sahip. Mimar Sinan, kalabalık cami içinin kirlenen havasını temizlemek için giriş kapısının üzerinde havayı dışarı veren bir oda sistemi kurdu. Zemine sesi yansıtmak için tuğlalarda boşluk bırakıldı. Böylelikle Süleymaniye harika bir akustiğe sahip oldu.

Geçenlerde biri, "O kadar deprem oluyor, Süleymaniye'ye neden bir şey olmuyor?" diye sormuştu. 18'inci yüzyıldan, Evliya Çelebi'nin ağzından yanıtlamaya çalışacağım. "Bütün Osmanlı ülkesinde ne kadar usta mimar, yapıcı, amele, taş yontucu ve mermerci varsa topladı... Üç bin esir, tam üç sene çalışarak temelini yerin dibine indirdiler... Ta bu derece yerin dibine varıncaya kadar yapılan kazıdan sonra, oradan temeline rıhtım yapıp üç senede bina toprak üstüne çıktı. Bir sene o hal üzerine bırakıldı... Dört tarafındaki duvarları kubbe kemerlerine varıncaya kadar üç senede bitirdiler. Sonra dört ayak üzerine sağlam ve yüksek bir kubbe yaptılar..."

Mimarlık tarihinin en büyük şantiye organizasyonlarından biriyle gerçekleştirilen Süleymaniye Külliyesi 1550'den 1557'ye kadar yedi yılda tamamlanmış. İnşaatta çalışan sanatçı ve işçilerin temizlik ve sağlık gereklerinin nasıl karşılandığını günü gününe tutulmuş İnşaat Defterleri'nden anlıyoruz. Külliye'nin yapımında ilk iş olarak inşa edilen tesis Hamam dır.

Kanuni Sultan Süleyman "Bu bina eylediğin beytullahı sıdku safa ve dua ile sen açmak evladır" sözleriyle mimarı onurlandırarak külliyenin açılışını ona yaptırmak istemişti. Sinan ise hünkâra, "Hattat Karahisari bu camii hatları ile tezyin ederken gözlerini kaybetti, kör oldu. Bu şerefi ona bahşedelim" demişti. Açılışı Hattat Karahisari'ye yaptırdılar.

Mimar Sinan cami içinde mükemmel bir hava dolaşım sistemi oluşturulmuş. Aydınlatma için kullanılan 4 bin mumun çıkardığı is giriş kapısı üzerindeki boşlukta toplanmış. Bu is, hat yapımında kullanılan mürekkebe hammadde olmuş.

Link to comment
Share on other sites

Evet ceddlerimizin yaptiklariyka ovunmemiz gerekiyor gercekten insanin gogsu kabariyor. Ama simdiki Turk Halkina bakarsak cedlerimizle uzaktan yakindan alakasi yok (ben dahil). Hal boyle olunca da gurur duymamizin bir anlami yok aksine kendimizden utanmamiz lazim.Bizler Cedlerimizi gururlandiracak ne yaptik.

Link to comment
Share on other sites

  • 3 ay sonra...

21564.jpg

Sinan'ın şaheseri Süleymaniye'nin sırları

Mimar Sinan'ın ustalığı, kalfalık dönemi eseri olan Süleymaniye Camisi'nde uyguladığı mimari incelikler hala dünyanın en ünlü mimarlarını kendisine hayran bırakmakta.

İhtişamlı bir devre haşmetli eserlerle mühür basan Mimar Sinan'ın ustalığı, kalfalık dönemi eseri olan Süleymaniye Camisi'nde uyguladığı mimari inceliklerle de hayranlık yaratıyor.

Süleymaniye Camii'nin az bilinen mimari inceliklerine ilişkin bilgi veren cami imamı Mehmet Sevinç, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1550 yılında Mimar Sinan'a yaptırılan caminin külliyesi ile birlikte 1557 yılında tamamlandığını ve mimarisinde sergilenen ihtişamın Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş dönemindeki ihtişamla örtüştüğünü belirtti.

Mimar Sinan'ın, camide verilen vaazın duyulması için akustik sistemi üzerinde çalıştığını, sesin bir noktadan çıkarak caminin her köşesine eşit şekilde dağılması için çaba gösterdiğini anlatan Sevinç, usta mimarın, bu amaçla Anadolu'da kullanılan turşu küplerinden içi boş 65 tanesini ağızları aşağıya bakar vaziyette ana kubbenin etrafındaki duvarlara yerleştirdiğini ve küplerin aralarını da yumurtanın akıyla sıvadığını söyledi.

Sevinç, bir rivayete göre Mimar Sinan'ın, akustiğin temini için camide nargile içtiğini, durum Kanuni Sultan Süleyman'a şikayet edilince padişahın hışımla gelip baktığını ve Mimar Sinan'a bunun sebebini sorduğunu, Sinan'ın da ''Sultanım bakınız bunun içerisinde tömbeki yoktur, sadece su vardır. Bu, çektiğim zaman fokurdayan suyun sesinin kubbeye nasıl ulaştığı ve caminin her noktasına eşit vaziyette nasıl dağıldığını temin için yaptığım bir çalışmadır'' diyerek çalışmasıyla ilgili bilgi verdiğini anlattı

İS ODASININ SIRRI

Camii'nin diğer bir özelliğinin de Mimar Sinan'ın ilk olarak buraya is odası yapması olduğunu kaydeden Sevinç, yapıldığı dönemde elektrik olmadığı için camiinin 275 adet kandil ve bunlara ek olarak mihrabın 2 yanına yerleştirilen dev mumlar ile aydınlatıldığını söyledi.

Mimar Sinan'ın yanan mumlardan çıkan isin camiiye zarar vermemesi için orta kapının üstünde bir oda tasarladığını anlatan Sevinç, kandillerden çıkan isin meydana gelen akımla mihrabın aksi yönüne hareket ederek kapının üstünde dışarıya açılan 4 adet küçük pencereden is odasına çekildiğini ifade etti. Sinan'ın, hava akımının is odası yönüne doğru olmasını sağlamak için camiiyi is odası merkezli yaptığını anlatan Sevinç, bu odada biriken isle de mürekkep elde edildiğini kaydederek, ''Bu mürekkeple de o günün siyasi, idari, dini bütün fermanları yazılıyor. Sebebi ise bütün bu el yazması eserler gibi önemli belgelerde bu mürekkep kullanıldığı zaman herhangi bir akıcı maddenin dökülmesiyle yazılar kaybolmuyor. Kaybolması için illa ki o kağıdın tahrip olması gerekiyor'' dedi.

Bunlara ek olarak is odasından camiinin içine açılan 2 adet menfez bulunduğunu kaydeden Sevinç, bu menfezlerden bakıldığında birinden sadece camii içindeki ''Allah'' levhasının, diğerinden de ''Muhammed'' yazılı levhanın görüldüğünü belirtti. Bu durumun da yine ince bir hesapla ayarlandığı ifade eden Sevinç, ''Ecdadımız her şeyi gelişigüzel değil, ince hesaplara dayalı olarak yapmış. Çoğu zaman biz bunları incelemekten değil, seyretmekten bile aciz kalıyoruz'' diye konuştu.

KUBBEYİ TAŞIYAN FİL AYAKLARI

Süleymaniye Camii'nin 53 metre yüksekliğinde, 26,5 metre çapındaki merkezi kubbesini taşıyan fil ayaklarından 2'sinin Mısır veya şu anda Lübnan sınırları içinde kalan Baalbek'ten, 2'sinin ise Afyonkarahisar'ın İscehisar ilçesinden getirildiğinin rivayet edildiğini söyleyen Sevinç, Osmanlı döneminde bu fil ayaklarında kürsülerin olduğunu, ilim adamlarının buradan halka tefsir, İslam hukuku, hadis ve tasavvuf dersleri verdikleri anlattı.

Dev boyutlardaki yapının temizliği için günümüzde de camiinin çeşitli yerlerine konulan siyah deve kuşu yumurtaları olduğu belirten Sevinç, camiide çeşitli yerlere koyulan yaklaşık 60 adet deve kuşu yumurtası olduğunu, bu yumurtaların asılı olduğu yerde en üst noktalarda bile örümcek ağı olmadığını, günümüzde de kullanılan deve kuşu yumurtalarının belli aralıklarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yenileriyle değiştirildiğini kaydetti.

Sevinç, Süleymaniye Camii'nde görev yapmanın kendisi taşıdığı anlam sorulduğunda da ''Muhteşem bir devletin, muhteşem bir milletin, müstesna bir ümmetin ecdadının yaptırmış olduğu böyle bir camide görev yapmak bizim için hazzı, huzuru ifadesi mümkün olmayan bir mutluluktur. Tek dileğim ve duam şudur; Allah bulunduğumuz yerlere bizi layık etsin. Önemli olan bu'' dedi.

Sanat tarihi uzmanı Prof. Dr. Doğan Kuban, Süleymaniye Camii'nin Osmanlı'nın en büyük padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın yaptırdığı 2 büyük camiden biri olduğunu anımsatarak, ''Süleymaniye Camii, İstanbul'un da simgesel olarak en önemli yapısı.

Bir kere çok büyük boyutlu. Etrafında koca bir külliye var. İstanbul'un bütün sosyal işleri ile ilgili binaları barındıran bir külliye. Tasarım olarak da çok güzel bir yapı. Bütün İstanbul silüetini hala etkileyen bir tasarımı var'' dedi. Mimar Sinan'ın burada bir is odası yaptığını ve orada isi topladığını söyleyen Kuban, camiinin mimari planında özel açılar bulunduğunun iddia edilmesi ile ilgili olarak, ''O zaman yapıların statik hesapları diye birşey yoktu. Özel açılar varsa bu da Sinan'ın kendisine seçmiş olduğu oranlar olabilir. Ancak bunu bilmiyoruz'' diye konuştu.

CAMİİNİN DİĞER ÖZELLİKLERİ

Camii'nin mimarisindeki bir diğer özellik de avlunun hemen solunda daha küçük boyutta olan ''Cevahir Minaresi''. Evliya Çelebi'den rivayetle camiinin yapımının uzaması karşısında mali açıdan sıkıntı çekildiğini düşünen İran Şahı Tahmasb Han, Kanuni Sultan Süleyman'a inşaatın devamı için elmas ve değerli taşlar gönderdi. Kanunu Sultan Süleyman ise kendisini öfkelendiren bu hediyelere cevaben, camiinin her taşının bu taşlardan çok daha değerli olduğunu söyleyerek taşları mimarbaşına verdi.

Mimarbaşı Sinan da bu taşları, inşa ettiği camii minaresinin taşlarının içine yerleştirdi. Bu minare, bu değerli taşları içinde barındırdığı için ''Cevahir Minaresi'' diye biliniyor. Mimar Sinan'ın ana kubbesinde ''Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir.

(Bu) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir'' mealindeki Nur Suresi'nin yer aldığı camide, bazı ayetlerin anlamları ile bağdaşan yerlere yerleştirildiği söyleniyor.

Süleymaniye Cami içindeki ölçülerin de ebcet hesabına göre hesapladığı ifade ediliyor. Camii içindeki mesafeler ölçüldüğünde, bütün mesafelerin ebcet hesabı ile ''Allah'' isminin katları olduğu, minare yüksekliği, kubbe çapı gibi bazı uzunluk ve açılar birbirine orantılandığında ''Pi'' sayısı ya da dünya ekseninin eğim açısı olan 23 gibi rakamları verdiği söyleniyor.

dünya bülteni

Link to comment
Share on other sites

hikaye güzel, olan olayda etkileyici ancak ben cam şişenin en fazla 300 yıl dayanabildiğini sonrasında çürümeye başladığını okumuştum yanlış hatırlamıyosam bi yerde, kaynak var mı acaba bununla ilgili? Selimiye Camii hakkında da bi kaç ingiliz mühendis bunu Mimar Sinan'ın yaptığını bilmesek Allah yaptı derdik demişlerdi gerçekten büyük bir deha takdire değer eserler bırakmış ilim adamlarımızdan birisi...

Selimiye Camii mükemmel bir camidir görmeli herkes..

araştırınca şu bilgiye ulaşılıyor "Bir cam şişe doğada 4000 yıl, plastik 1000 yıl, çiklet 5 yıl, bira kutusu 10-100 yıl, sigara filtresi 2 yıl süreyle yok olmamaktadır."

Yazı için teşekkürler,etkileyici..

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...