Jump to content

Şehirlerin Seni Çağırıyor!


tarihogretmeni

Recommended Posts

genclikmanset19ee0.jpg

Selanik, Üsküp, Belgrad, Trablusgarp, Kudüs, Beyrut, Şam, Tiflis, Bahçesaray ve daha onlarcası… Şimdi her biri başka bir ülkede kalan bu şehirler, vaktiyle büyük devletimiz Osmanlı’nın sınırları içindeydi. Hâlâ insanî, kültürel ve mimarî özellikleriyle kültürel sınırlarımız içinde bulunan bu şehirlerin kaç tanesini, kaçınız gezdi bilmiyoruz.

Birçoğumuzun haritada yerini bile bilmediği, Osmanlı mirası bu şehirleri defalarca gezmiş ve gördüklerini kitaplaştırarak bize uzağı yakın etmiş bir gezgin var aramızda: Haluk Dursun. ‘Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?’ münazara yarışmasının ‘çok gezen’ tarafında yer alıp içinizdeki gezgin ruhunu uyandırmak için Haluk Dursun ile konuştuk ve ona Osmanlı coğrafyasını nasıl gezmeli, neden gezmeli, nereden başlamalı, sorularını sorduk. “Üçüncü Ahmet Çeşmesi’ni bilmeyenin, şu kadar ülke gezmesinin gözümde pek bir kıymeti yok.” diyen Dursun, Türkiyeli bir gezginin İstanbul’u iyice bilmeden başlayacağı her gezisinin eksik kalacağını düşünüyor. Gezmeye bu kadar meraksız oluşumuzun nedenlerini de açıklayan Haluk Dursun’a göre okuyarak hazırlanmadan çıkılan geziler ‘kuru bir emek’ten öteye geçmiyor. Neleri okumak gerektiğinin, ‘Türkiyeliyim’ diyebilmek için gezilmesi, görülmesi gereken şehir ve eserlerin kısa listesini veren Dursun, bazen bir şehri tanımanın gezip okumayla da mümkün olamayacağını söylüyor: “Mesela Selanik, kendini kolay kolay göstermez, tekrar bekler sizi bunun için. Size daha sonraki gidişlerinizde açılır. Ama Üsküp tam tersidir; ilk gidişinizde, ilk bakışınızda teslim olur, gösterir size kendini.” Haluk Dursun ile Osmanlı coğrafyasına yaptığımız küçük yolculuğa katılmak isteyenler, buyrun içeriye...

Haluk Dursun, bazen rehber olarak, bazen bilimsel bir araştırma için, bazen de sadece bir çınarı ya da kayıp bir Osmanlı mimarî eserini görmek için, şimdi sınırlarımız dışında kalmış Osmanlı şehirlerine sayısız defa gitmiş bir gezgin. Dursun, gezilerini bugüne kadar üç kitapta okura sundu. Timaş Yayınları tarafından yayınlanan ‘Nil’den Tuna’ya’ ve ‘Tuna Güzellemesi’nden sonra geçtiğimiz günlerde ‘Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk’ kitabı ile çıktı okurunun karşısına. Gezgin ruh taşıyanlara, sınırlarımızın dışında kalan hikayemizi merak edenlere, bu kitapları ısrarla tavsiye ediyor, bekletmeden söyleşiye geçiyoruz.

Sınırlarımız dışında kalan pek çok Osmanlı şehrine gittiniz. Yiyip içtiğiniz size kalsın, gezip gördüğünüzü anlatın dediklerinde neler söylüyorsunuz?

İşte bunları anlatmak yerine bu kitapları yazdım. Allah ömür verirse bu coğrafyanın daha çok kitap çıkaracağını düşünüyorum. Asla gezmeyi bitirdim diyemezsiniz bu coğrafya için. Doyamazsınız da. Birçok şehir, sayısız defa gitseniz de sizi kendine çeker.

Hangi şehirden, ne zaman başladınız Osmanlı coğrafyasını gezmeye?

İlk Şam’a gittim. Sebebi, merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun, Galatasaray’da lisede iken tarihçi olacağımı söylediğimde yakın tarih çalışmamı, çalıştığım konuyu bizzat yerine gidip çalışmamı ve Şam’a gitmemi salık vermesiydi. Üniversiteyi bitirdiğim yıldı, Suriye karışıktı, yakınlarımın itirazına rağmen gittim Şam’a. Kendisine danıştığım bir büyüğüm, ‘Şam insanı çeker ve hayatın boyunca Şam’a gidersin.’ demişti. Doğruymuş. Türkiye’de Şam’a en çok gidenlerden biriyim. Sayısız defa gittim, her seferinde de ‘iyi ki gelmişim’ dedim.

Sizinle genelin arasında neden bu kadar fark var? Genelde komşu şehri görmeye bile üşenen bir milletiz…

Aldığım lise eğitiminin, merak ve ufuk duygumu açmasıydı herhalde. Tabiiyet ruhundan gezgin çıkmaz. Gezgin olacak kişi bağımsız ve bağlantısız olmalı. Şam’a gittikten sonra Suriye’deki Türkmenleri ve Dürzileri araştırdım. Şehir şehir, dağ dağ, tepe tepe, köy köy…

Oradaki zenginliği keşfettikten sonra içimde başka yerleri de keşfetme arzusu doğdu. İkinci gezim Yunanistan’a oldu. Bir yelkenli tekne ile Kuşadası’ndan çıkıp bütün on iki adayı gezdim arkadaşlarla. Sonra Makedonya ve Arnavutluk’a gittim. Böyle başladı Osmanlı coğrafyasına yolculuğum.

Sizin gibi Osmanlı şehirlerini görmek isteyenler, nereden başlamalı?

Daha sonra şöyle bir gezi planı oluşturdum: Önce İstanbul’u, sonra Anadolu’yu iyi bileceğim, sonra Osmanlı coğrafyasını, sonra Türk coğrafyasını, en son da Avrupa coğrafyasını. Bir gün bir kulüpten rica etmişlerdi, ‘Sultanahmet’i ve Topkapı Sarayı’nı bize anlatır mısın?’ diye. Belli bir saatte, Üçüncü Ahmet Çeşmesi’nde buluşmak üzere randevulaştık. Her biri 70- 80 ülke görmüş gezginler çeşmeye gelemedi. Bir kısmı Alman Çeşmesi’ne gitmiş, bir kısmı başka yere. Üçüncü Ahmet Çeşmesi’ni bilmeyenin, şu kadar ülke gezmesinin gözümde pek bir kıymeti yok. Çok gezmenin asgari şartı İstanbul’u bilmedir. Türkiye’nin neresinden olursan ol, İstanbul’u, o kültürel payitahtı bilmeden yaptığın her gezi eksik kalacaktır.

Gezmek isteyip de üzerindeki ölü toprağını atamayan pek çok kişi var. Böylelerine verecek tavsiyeniz var mı?

Gezi ruhunu kamçılayan gezginlerle konuşsun. Görmediğiniz bir yeri bir başkasının görmesi sizi baştan çıkarır. Gezi kitaplarını okumayı öneririm. Zorluğu, başlayıncaya kadardır. Bir iki gittikten sonra üç ve dördüncüsü gelir. Sonu gelmez.

Tarih bilgisi olmadan, deyimlere, türkülere girmiş hikâyelerini bilmeden bu şehirleri gezmek mümkün mü?

Yunus’un tabiri ile ‘Ha bir kuru emektir.’ Bir yere gidersin, aradan on yıl geçer, bir daha gittiğinde bambaşka bir gözle görürsün. Orası değişmemiştir, orayla ilgili kültürün, bilgin arttığı için sen değiştiğin için daha önce görmediklerini görürsün. Bir yeri tanımanın üç boyutu var. Zaman, mekân ve insan. Orada geçen zamanı, yani bugününü ve tarihini bileceksin. Oradaki mekânı, mimariyi bileceksin ve oradaki insanı bileceksin.

Bu şehirlere gitmek, oraları gezip görmek kişiye ne kazandırır?

Görgüleri artar, dünya görüşleri, dünyaya bakışları değişir, bilgileri, konuşurken referans kıymetleri artar. Bizim milletimiz, oturduğu yerden yorum yapma yeteneği gelişmiş bir millettir. Bunun yerine gidip görerek, yaşayarak öğrenirse konuştuğu şeyler yerli yerine oturur. Tarih bölümlerimizdeki hocaların çoğu, ülke dışına çıkmamıştır. Selanik’i görmeden Selanik’i anlatır. Balkan Savaşları’nı anlatırken savaşların yapıldığı yerleri gezmiş olsa, anlattığı hem kendisine hem etrafına daha faydalı olur. Oysa Selanik’e gitmek, Antalya’ya gitmekten daha kolay ve daha ucuz. Akşam Sirkeci’den trene bindiğinizde sabah orada olursunuz. Ve çok az bir parayla dolaşıp görebilirsiniz orayı.

Mesela Selanik gezisini daha verimli kılmak için ne yapmalı, neleri okumalı?

Sayısız kitap okuyarak... İttihat ve Terakki’nin isimlerinin hatırat kitaplarını okumalı. Sultan 2. Abdülhamit’i Selanik’e getiren komutan Fethi Okyar’ı okumadan gezdiğiniz Selanik, Selanik değildir. Selanik Valisi Tahsin Uzel’in ‘Makedonya İçtihat Tarihi’ adlı kitabını okumadan gezemezsiniz şehri. Mustafa Kemal’in Selanik ile ilgili hatıralarını bilmeden gezilmez. Dönmeliği, Ortodoksluğu bilmeden, Evliya Çelebi’yi okumadan, Selanik tekkelerini, Bektaşiliği, Abdülhamit’i tanımadan gezmeniz eksik olur. Karaman Rumlarını bilmeden gezilmez. Selanik türkülerini, udi Dramalı Hasan’ın bestelerini, onun ‘Baharın gülleri açtı, yine mahzundur bu gönlüm’ şarkısını dinlemeden yapılan Selanik gezisi eksik bir gezi olur. Müktesebatınız ne kadar genişse, gezdiğiniz şehirlerden o kadar şey alırsınız. Boş giderseniz boş dönersiniz, dolu giderseniz daha çok şey doldurarak dönersiniz.

Kimi şehirler için ‘her gittiğinizde size bir perdesini aralar, yeni bir yanını gösterir’ derler. Öyle midir?

Doğurgan bir şehirse, bunu yapar. Bazen de şöyle olur. ‘Burada hiçbir şey yok, neden abartılmış ki bu kadar’ dersiniz. Selanik öyledir mesela. İlk başlarda şehre çok soğuk durursunuz. Kendini kolay kolay göstermez, tekrar bekler sizi bunun için. İlk gidişlerimde İzmir’e benzetirdim. Sonra şehir açıldı bana. Hatta bir defasında İzmir’e gittiğimde, ‘Selanik’e ne kadar benziyor’ dedim farkında olmadan. O kadar gitmeme rağmen Selanik’i bitirmiş değilim. Üsküp ise ilk gidişinizde, ilk bakışınızda teslim olur, gösterir size kendini.

Bu şehirleri gezmeden ‘Türkiyeliyim’ diyemezsin

‘Türkiyeliyim’ diyen birinin asgari hangi şehirleri görmesi, bilmesi gerekir?

Eski payitahtları, yani Osmanlı başkentlerini, İstanbul’u, Bursa’yı, Edirne’yi, İznik’i çok iyi bilip görmesi gerekir. Selçuklu payitahtı Konya’yı, şehzade şehirlerini Amasya, Trabzon, Tokat ve Manisa’yı iyi bilmesi gerekir. Sonra Osmanlı eyalet merkezleri olan şehirleri gezmesi gerekir. Eyalet merkezi olan şehirlerin insanı, komşu şehrin insanından hâlâ farklıdır, belli ederler kendilerini. Mesela bu anlamda Hakkâri’yi görmese olur; ama Van’ı görmezse olmaz. Diyarbakır, Urfa, Antakya, Mardin, kısmen Antep’i görmezse olmaz. Bazen de bir eserdir gezilmesi gereken. Bu anlamda Sümela Manastırı’nı, Ani Harabesi’ni, İshak Paşa Camii’ni, Akdamar Kilisesi’ni görmesi gerekir. Bu anlamda sayısız eser var. Küçük yerler vardır bir de Bahçesaray, Samandağ, Kıyıköy bunlara örnektir, buraların gezilmesi, görülmesi gerekir. Aklıma bir çırpıda geliverenler bunlar…

zamangençlik

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...