Jump to content

Hepimiz Osmanlýyýz!


tarihogretmeni

Recommended Posts

Cumhurbaþkaný Ahmet Necdet Sezer'in laikliðinden ve Atatürkçülüðünden kuþku duyulmuyor. Osmanlý'ya karþý mesafeli tavrý herkesin malumu. Ne var ki, Papa 16. Benedikt'in kendisini ziyareti sýrasýnda hazýrlattýðý bir hediye haberi beni çok þaþýrtmýþtý.

yorum1rg7.jpg

Bu hediye, Fatih Sultan Mehmed'in Ýstanbul'un fethinden sonra Galata'da oturan Katolik Cenevizlilere verdiði meþhur hoþgörü fermanýydý. Fatih, bu fermanda, Katoliklerin yalnýz baþkentinde bulunmalarýna rýza göstermekle kalmýyor, dinlerine herhangi bir þekilde karýþýlmayacaðýný da açýkça temin ediyordu.

Ne yalan söyleyelim, isabetli bir seçimdi Sezer'inki. Katolik dünyasýnýn ruhani reisine, Türkiye'nin temellerini atmýþ bir yöneticinin, Fatih'in Katolik tebasýna "baðýþladýðý" özgürlükleri vermek kimin aklýna gelmiþse hakikaten tebrik etmek lazým. Yalnýz bu "ferman" iþi yakýnlarda biraz karýþýr gibi oldu. Hrant Dink'in katil sanýðý Ogün Samast'ýn azmettiricisi olduðu iddia edilen Yasin Hayal'e, gözaltýndayken polislerimiz tarafýndan Fatih'in gayrimüslimlere hoþgörüyle yaklaþýlmasýný emreden, aslý Bosna'da bir Fransisken kilisesinde muhafaza edilen fermaný okunmuþ. O da, bu fermandan hiç haberdar olmadýðýný söylemiþ. Ne bekliyordunuz ki! Mevcut sakarinli tarih eðitimiyle yetiþmiþ faillerin Fatih'in cümle kanunnamelerini ezberleyip yutmalarýný mý?

Fatih'in fermanlarý niçin önemli?

Velhasýl Fatih'in her iki fermaný, farklý vesilelerle de olsa gündemimize peþ peþe servis edilmiþ oldu. Ancak bu fermanlarý birer "sürpriz", "her nasýlsa Osmanlýlardan sâdýr olmuþ birer þefkat numunesi" gibi görme ve gösterme yanýlgýsýna düþmekten ýsrarla sakýnmalýyýz. Hatta zannedildiði gibi bu fermanlarda dile gelen hususlarýn merhamet duygusuyla da alakasý yoktur; doðrudan doðruya Kur'an ve hadislerden kaynaklanmýþ ve Ýslam hukuku etrafýnda teþekkül etmiþ prensiplerin sosyal ve siyasî hayata aksetmiþ tecellileridir.

Merhum Muhammed Ýkbal'in Edirne'yi kahramanca savunan Þükrü Paþa hakkýnda bir þiiri olduðunu bilir miydiniz? Þükrü Paþa, zahiresinin tükendiði, askerlerinin bir lokma ekmeðe muhtaç kaldýklarý bir sýrada can havliyle þehirde sýkýyönetim ilan etmiþ ve gýda maddesi adýna ne bulurlarsa ordunun ambarlarýna taþýnmasýný emretmiþtir. Nitekim dediði yapýlmýþ. Þaþýracaksýnýz belki ama sýkýyönetim ilan olunduðu için kimsenin sesini çýkaramadýðý bu kritik anda "hakkýn sesi"ni þehrin müftüsü çýnlatmýþ ve "hiddetinden Tur daðý gibi parlamýþ"týr. Müftü, gayrimüslimlerin hukukunu savunmuþ ve Paþa'nýn ancak Müslümanlarýn malýna el koyabileceðini, "zýmmî"nin, yani Müslüman olmayanlarýn malýnýn haram olduðunu haykýrmýþtýr. (Bkz. Ýkbal'in "Bang-ý Derâ" adlý kitabýndaki "Edirne Kuþatmasý" baþlýklý þiir.)

1912 gibi coðrafî temellerimizin sarsýntý geçirdiði bir tarihte gerçekleþen bu olay, çarpýcýlýðýnýn ötesinde bir þeyler daha anlatýyor olmalýdýr. Müslüman olmayanlara yönelik bu "pozitif ayrýmcýlýk", duygusal bir baðýþtan yahut þahsî bir lütuftan uzak, kapsamlý bir hukukî çerçeveye oturuyordu ve bugün asýl bizi ilgilendiren boyutu da bu olmak gerekir. Biz bu çerçeveyi ciddiye almýyor olabiliriz. Lakin dünyada yayýnlanan siyaset bilimiyle ilgili kitaplarda çok kültürlülük denilince "Osmanlý modeli"ne bir bölüm ayýrmak moda haline gelmiþ durumdadýr. Mesela Will Kymlicka'nýn dilimize çevrilen ve aslý Oxford Üniversitesi Yayýnlarý tarafýndan basýlan "Çokkültürlü Yurttaþlýk" adlý kitabýnda, Osmanlý "millet sistemi"nin modern dünyadaki çokkültürlülük uygulamalarýnýn "önemli bir öncülü" (selefi) ve "azýnlýk haklarý için bir model" vazifesi gördüðü vurgulanmakta ve Jay Sigler, Vernon Van Dyke ve Patrick Thornberry gibi baþka yazarlarýn görüþlerine atýfta bulunulmaktadýr.

Asýl üzerinde durulmasý gereken metinler ise Benjamin Braude ile Bernard Lewis'in yayýna hazýrladýklarý "Osmanlý Devleti'nde Hýristiyanlar ve Yahudiler" adlý kitapta yer alýr. Bu ilginç çalýþmanýn giriþinde yazarlar Osmanlý'daki "hoþgörü"yü, "hakim bir dinin diðer dinlerle bir arada yaþama iradesini göstermesi" olarak tanýmlar. Ne var ki, eksik ve dar bir tanýmdýr bu.

Osmanlý millet sisteminin hukukî çerçevesi o kadar geniþlemiþ ve ciddiyet kesbetmiþtir ki, Fatih, Ýstanbul'un fethinden yaklaþýk 8 yýl sonra, 1461'de Bizans'ýn kapattýðý ve yasaklattýðý Ermeni Patrikliði'ni ihya etmiþ, bunun için de Bursa'dan Piskopos Ovakim'i akrabalarýyla birlikte Ýstanbul'a getirterek kendisini patrik tayin etmiþtir. Böylece, Patrik II. Mutafyan'ýn da sýk sýk belirttiði gibi, ilk defa bir Hýristiyan kilisesi bir Müslüman yönetici tarafýndan kurulmuþ oluyordu. Osmanlý'nýn hoþgörüsü, yalnýz Avrupa'da 1598'de ilan edilen Nantes Fermaný'nda olduðu gibi mevcut Hýristiyan mezheplerinin yan yana yaþamasýný deðil, hatta Braude ve Lewis'in dediði gibi yalnýz baþka dinlerin hakim dinle beraber yaþamasýný deðil, ayný zamanda o baþka dinlerin kurumsal olarak var olmalarýný, hatta yok olmamalarýný da garanti altýna alan bir ilkeler ve uygulamalar manzumesiydi. Bu uygulamadan, yalnýz 1453'te deðil, 1912 gibi geç bir tarihte, daðýlmanýn eþiðindeyken bile vazgeçilmemiþ olmasýydý. Bu "model"i pek çok örnekle ortaya koymak mümkün. Elimizde namütenahi sayýda belge var. Arþivler tasnif edildikçe çaðýmýza da ýþýk tutacak olan "Osmanlý modeli"nin hatlarý da belirginleþecek gibi görünüyor. Mesela Hovannes J. Tcholakian'ýn hazýrladýðý ve Türkiye'deki Ermeni Katolik kiliselerini anlatan kitapta ilginç belgelere yer verilmiþ.

Ermeniler ve Osmanlý

Bir not olarak kaydedelim ki, Ermenilerin esas mezhebi Gregoryen olmakla birlikte zamanla Ortodoks, Katolik ve Protestan mezhepleri de Ermeniler arasýnda yayýlmýþtýr ve bunlarýn mücadelesi bugün de devam etmektedir. Mesela Hrant Dink'in cenazesi, kendisi Protestan olduðu halde Ortodoks mezarlýðýna defnedildi. Bunun, mensubu bulunduðu Protestan Ermeni cemaatini rahatsýz ettiðine dair açýklamalarý basýndan duymuþ olmalýsýnýz. (Dink'in gömüldüðü mezarlýðýn arsasýný da Fatih'in baðýþlamýþtýr.)

Ermeni Katolik Kilisesi, ilkin Osmanlý sýnýrlarý dahilinde bulunan Lübnan'da kurulduðunda takvimler 1740'ý gösteriyordu. Ýstanbul'da önce bir vekalet olarak faaliyetine baþlayan cemaat, Ermeni olduklarý için tabiatýyla Ortodoks Patrikliði'ne baðlandý. Sonradan kendilerinin farklý olduklarýný, ayin ve ibadetlerinin Ortodokslarýnýnkine benzemediðini söyleyerek baðýmsýz bir kilise olarak tanýnma talebinde bulundular devletten. Ancak Osmanlý hukuku, bireysel tanýnma taleplerini dikkate almýyor, her din mensubunun bir reislik þemsiyesi altýnda bulunmasýna ve o reisliðin hukukuna tabi olmasýna önem veriyor, bu yüzden bu talepleri cemaat içi fitne olarak deðerlendirerek reddediyordu. Avusturya ve Fransa elçilerinin durumun vahametini kendisine izah etmeleri üzerine II. Mahmud cemaatin beklediði "irâde-i þâhâne"yi çýkardý (6 Ocak 1830). Buna göre Ýstanbul'da bir Patriklik ve Baþpiskoposluk açýlacak, Ermeni Ortodoks Patriði'nin sürgüne gönderdiði Katoliklerin geriye dönüþü, hak ve mallarýnýn iadesi saðlanacak, kilise inþa etmelerine izin verilecek, diðer cemaatlere tanýnan imtiyazlara Katolik Ermeniler de sahip olacaktý vs.

Bu beratta Ortodoks kilisesi içinde ibadet ve dinî muamelelerini istedikleri gibi yapamayan Katoliklerin bu yüzden "dûçâr-ý sefâlet ve meþakkat" olduklarý, yani dinen sefalet ve güçlüðe uðradýklarý belirtilmekte, bunun giderilmesinin ise "lâzýme-i zimmet-i milkdârî", yani padiþahýn (hükümetin) zimmet anlayýþýnýn gereði olduðu vurgulanmaktadýr. Asýl önemli nokta da bence burasý: Padiþah kendisini zimmîler karþýsýnda Müslümanlarýn "taraf"ýnda görmüyor. Bu Müslümanlýk nasýl bir þeyse, dinler ve milletler üstü bir objektif ortama taþýyor yöneticiyi ve orada hakem olarak dinliyor taraflarý; kimsenin maðdur olmayacaðý bir çözüme ulaþýnca da hukuklarý kendi üzerine zimmetlenmiþ tebanýn statüsünü deðiþtirmeye karar veriyor. Hatta bu deðiþiklikten pek memnun olmayacak Rum ve Ermeni Ortodoks patriklerini uyarmayý da ihmal etmiyor: Sakýn ola ki onlara dokunmayasýz! "...Ve ayinlerine vesair umur ve hususlarýna Rum ve Ermeni patrikleri ve tevâbileri taraflarýndan ve cânib-i âhardan vechen mine'l-vücuh kimesne dahl ü taarruz kýlmaya."

Eðer Osmanlý baþarýsý diye bir þeyden bahsedeceksek, bunun yalnýzca savaþ meydanlarýnda zaferler yahut mimarlýk eserleriyle sýnýrlanmasý kadar yanlýþ bir tutum olamaz. Onlarca ýrk ve dini, yüzlerce mezhep ve tarikatý üstelik yüzyýllarca bir arada "tutma"nýn deðil, "yaþatma"nýn formülünü bulup uygulamýþ olmalarýdýr asýl baþarýlarý. Sözümüzü Temeþvarlý Hasan Aða'nýn þu muhteþem beyiti ile bitirelim: Eþrefoðlu al haberi, bahçe biziz, gül bizdedir / Biz þâh-ý merdân kuluyuz, yetmiþ iki dil bizdedir.

Mustafa Armaðan / Zaman

Link to comment
Share on other sites

Archived

This topic is now archived and is closed to further replies.

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...