Jump to content

Osmanlı'da Sosyal Hayat


mucit41
 Share

Recommended Posts

[center][size="4"][color="#FF0000"][b] Osmanlı'da Aile Hayatı [/b][/color][/size][/center]

Bir milletin aile yapısı sağlam ise, devlet yapısı da sağlam ve uzun ömürlü olur. Bunun en güzel örneği; Osmanlı Toplumudur.

Zaman zaman devlet bünyesinde görülen çatlaklar, isyanlar aile sayesinde toplumun geneline sıçramış ve bu millet en zor dönemlerinde bile içinde bulunduğu halden sağlam

aile yapısı sayesinde rahatça silkinip ayakları üzerinde durmasını bilmiştir.

Bizim konumuz olan ‘Osmanlı Ailesi’ çok geniş içerikli bir kavramdır. Bu kavramın içinde her şeyden önce imparatorluğu yöneten ‘hanedan’ girer.

Bunun dışında Tuna kıyısında yaşayan Hıristiyan ve Bulgar aileler gibi hicaz da yaşayan Araplar, Anadolu’nun Sünni şerhli, Alevi köylü, Türkleri, Kürt aşiretindeki aile, adalı ve

Egeli Rumlar, Müslümanlar Yahudi aileler hepsi Osmanlı ailesidir.

Osmanlı aile yaşamındaki farklılıklar dini olmaktan çok bölgeseldir.

[img]http://i.imgur.com/UxJYN.jpg[/img]

[size="3"][color="#FF0000"][b] Osmanlı da ev hayatı; [/b][/color][/size]

Osmanlı evleri genelde ahşaptır. Bahçesi vardır. Apartman sistemi yoktur. Kirada azdır. Ev umumiyetle oturanın malıdır.

Eşya az ve basittir.büyük evlerde ve konaklarda haremlik ve selamlık kısımları vardır. Osmanlı evi çok temizdir.ayakkabı eve girerken çıkarılır. Bahçesinde muhakkak bir yeşillik

bulunur.

Osmanlı ailesinde zina yoktur.annesi babası ölmüş çocuk olabilir. Hemen en yakın akrabasına sığınır. Bu yüzden yetimhane diye bir şey bilinmez.

[size="3"][color="#FF0000"][b] Osmanlıda çekirdek aile ve konumuna baktığımızda; [/b][/color][/size]

Günlük yaşam ve üretimde Osmanlı ailesi çekirdek ailenin yaşam kalıplarından çok büyük ailenin yaşam ve üretim kalıplarına uymaya meyillidir.

Çekirdek aile hayatın sürdürülmesi için uygun bir aile tipi değildir.ailenin üretimi, yıllık tüketim stoklarını hazırlanması, kırsal alandaki iş bölümü, ailenin güvenliğinin sağlanması

bakımından üç kuşağın bir arada barınması gerekir. Bu kültür mirasının aktarımı içinde gereklidir.

Aile içi eğitimde çocukların eğitimi kuşaklar tarafından yerine getirilir. Tüketime yönelik malzeme yiyecek, giyecek birlikte üretilir.

Aile ferdin hayatında bağlarının hiç gevşemeyeceği temel ve tek kurumdu.her sorun orda çözülür, her destek orda bulunurdu.ailenin korunması, parçalanmaması en çok dikkat

edilen husustu.

[img]http://i.imgur.com/MWQ4e.jpg[/img]

[size="3"][color="#FF0000"][b] Osmanlı ailesinin yaşadığı mahalleler;[/b][/color][/size]

Osmanlı şehirlerindeki mahallerde sınıf ve statü farkları biçimlenmemişti. Bir paşanın konağının karşısında bir katibin evi bulunabiliyordu. Bütün insanlar birbirleriyle her gün

karşılaşır, etiket farklılıklarına rağmen muhatap olurlardı. 18.yy. ve hatta 19.yy. başlarında bile toplumsal sınıflanmaya göre belirlenmiş bir mahalle yoktu. 19.yy.’ ın ilk yarısına

kadar mahalleleri yöneten imamlardı, padişah beratı ile tayin edilmekteydi. Doğum, ölüm gibi nüfus kayıtlarını tutarlardı. Zamanla mahalle imamları bu son görevlerini kötüye

kullanmışlar ve hakkıyla yerine getirememişlerdir.

Osmanlı tebaası ailenin ve mahallenin gözünü ve kulağını üstünde hisseder, evlerin ince duvarları dışarısının duyamayacağı bir sesle konuşmayı icap ettirir. Hane halkı mahalle

halkına göre yaşar.

Mahalle bir idari birim olmaktan çok bir sosyal birimdir. Osmanlı ailesi ile bir bağ içerisindedir. Doğum, evlenme, ölüm mahalleyi ortaklaşa ilgilendiren ve dayanışmaya sevk

eden olaylardır. Bir mahallede akrabalık ve hemşerilik önemlidir.

[size="4"][color="#FF0000"][b] TOPLUMSAL TABAKALARI İTİBARİYLE OSMANLI AİLESİ[/b][/color][/size]

Osmanlı toplumunda bir aristokrasi yoktur. Üretici ve denetici veya yöneten ve yönetilen sınıfları vardır.

Kast sistemi, imtiyazlı sınıfları devam ettiren bir evlilik düzeni, evlilikle doğan soyluluk söz konusu değildi.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Osman oğulları hanedanı; [/b][/color][/size]

Boyunca hiç kimse Osman oğulları ailesini uzaklaştırmayı ve tahtlarına geçmeyi düşünmedi. Osman oğullarına bir kutsallık atfedilmiştir hakimiyet onlarındır

[img]http://i.imgur.com/GwBGI.jpg[/img]

[size="3"][color="#FF0000"][b] Altı Asır[/b][/color][/size]

Osmanlılar 16. asırdan sonra doğulu Müslüman hanedanlarla evlilik bağı kurmadılar. Padişah oğulları cariyelerle padişah kızlarda yabancı ve yerli hanedan olmayan devşirme

paşalar veya halktan çıkan rütbe sahipleriyle evlendi. Sultanlar kötü muamele, saygısızlık etme, uygunsuz yaşamak gibi nedenlerle bir sultan kolayca koca boşama talebinde

bulunurdu. Padişah eşleri padişah validesi olmadıkça sultan unvanı taşımazdı.

Osmanlı hanedanı 16. asırdan itibaren başka hanedanların kadın üyeleriyle siyasi evlilik sistemi terk etmişlerdir.

Osmanlıda padişah anneleri de pek çoktur. Bu cariyelerin cahil kadınlar oldukları söylenmektedir, öyle olanlar var ise de ortalamanın üstünde eğitim görenler vardır. Osmanlı

sarayında Enderun gibi ‘harem’ genç cariyelerin eğitildiği bir kurumdur.

[img]http://i.imgur.com/v6JHo.jpg[/img]

Osmanlı haremine gelen cariyeler mutlaka padişah ve şehzadelere sunulmak için gelmezdi. Harem keyif ve zulüm yeri değildir. Osmanlı hükümdarlarının aile ocağıdır.

19. yy. dan sonra Osman oğullarının ailesini yaşadığı saray harem sulatanların yaşam ve eğitimi değişim ve gelişme geçirmektedir.

Bu değişim Avrupalılaşma, batılılaşma tarzında olmuştur.

[size="3"][color="#FF0000"][b] Ulema aileleri,[/b][/color][/size]

Osmanlıda seçkin aileler grubu içinde Müslümanlar arasında ilmiye sınıfı gelir.

Burada azda olsa ulema efendilerinin kızlarına değineceğim. Çünkü Osmanlı cemiyetinde ulema sınıfından olan babaların kızlarını eğitmeleri ve bu sınıfa mensup kızların

cemiyet içindeki yerleri ve davranışları ilginç ve az bilinen bir konudur. Genelde bu sınıfın muhafazakar bir dünya görüşüne sahip oldukları,bu tutumla kızlarını okutmadıkları ve

eve kapattıkları düşünülür.ancak yapılan araştırmalarla bu sınıfın kızlarının hiçte öyle olmadığı ortalamanın üstünde eğitim gördükleri babaları ve kocaları tarafından

şımartıldıkları anlaşılmaktadır. Türk tarihinde okumuş kadın öncülerinin bu sınıftan çıktığı görülmektedir. Modernleşme hareketlerinde öncü rol oynamışlardır.

[size="3"][color="#FF0000"][b] Gayrimüslim aileler,[/b][/color][/size]

Osmanlıda Bizans tan ve çok eski devirlerden gelen aileler devleti Alliye nin değer verdiği aileler olmuşlar belirli devlet hizmetlerinde çalışmışlar imtiyazları ve saygınlıkları

vardır ancak bu hukuki bir imtiyaz ve kontrata dayanmadığı için soylulukları söz konusu değildir. Osmanlı devletinde yaşayan Rumlar Osmanlılığı benimseyen ve Osmanlı tarzı

hayatına bağlı ailelerdir. Osmanlı kültür çevresinde kalan Rum aristokrasisi renkli kökenleri, Avrupa ya açılmışlıkları ve muhafazakarlıkları ile Osmanlı seçkin aileleri içinde

önemli bir yere sahiptirler. Rumlu kadınlar Osmanlı imparatorluğu üst sınıfına mensup hemcinslerinin hayat tarzı ve kültürel kalıplarını paylaşmışlardır.

[size="3"][color="#FF0000"][b] Osmanlıda Evlilik Dışı İlişkiler; [/b][/color][/size]

Bütün geleneksel toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da evlilik dışı ilişkiler tepki ile karşılanıyordu.

İslam hukukuna göre zina yaptığı sabit olan kadın taşlanırdı buna recm denilirdi. Ancak Osmanlının daha ilk dönemlerinde bu cezanın uygulanmasını adeta imkansız hale

getiren hükümler göze çarpıyor.


Mahalleli uygunsuz ilişki kuran insanların evine baskın yapıp onları teşhir ve alayla mahkemeye getirdiklerinde verilen hüküm zina isnadı şeklindedir. Kürek ve hapis cezaları

verilmiştir. Mesela 1589 yılına ait bir olay, bir imamın karısının Hızır nam kimse ile ilişki kurduğu ve basıldıkları için Hızır müebbet kürek cezasına kadın da müebbet hapse

mahkum olmuştur. Recm cezası Osmanlı tarihinde bir kere verilmiş ve uygulanmış ancak hiç hoş karşılanmadığı için bir daha tekrarlanmamıştır.

Babasız çocuk doğuran veya nikahsız yaşayan kadınlar toplumca hoş karşılanmamıştır.Osmanlı şehirlerinde konut bölgesinde bekar nüfusun bulundurulmamasına gayret

edilmiştir.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Ailede ölüm,[/b][/color][/size]

Osmanlı toplumunda ölüm aile mensuplarını, akrabayı ama her şeyden önce mahalle halkını ilgilendiren bir olaydı. Ölüme define cemaat şahitlik eder ve cenazeyi kaldırmakla

bunu tasdik ederdi.

Tören ve duanın yapılması hane halkı ve misafirlerin ağırlanması dua ve cenaze yemeği her dinden Osmanlıları birbirine bağlayan müşterek adetlerdir.

[size="3"][color="#FF0000"][b] Çokeşlilik,[/b][/color][/size]

Osmanlı ailesinin çok eşli bir düzene dayandığı yaygın bir görüştür. Fakat yanlıştır bu durum hoş karşılanmazdı ne gayri ahlaki nede gayri kanuni bir durumdur.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Ailenin Günlük Yaşamı;[/b][/color][/size]


[size="3"][color="#FF0000"][b] Çocuk; [/b][/color][/size]

Osmanlı toplumunda ailenin günlük yaşamı çocuklarını eğitimi ve beslenmesi, karı koca ilişkileri ve hayatın yükünün paylaşılması, evin idaresi sağlık ve beslenme sorunlarının

çözülmesi gibi gündelik uygulama etrafında oluşur.çocuk ailesi devam ettirecek temel unsurdur ve hayat onun etrafında oluşur.

Çok çocuklu aile sayısı kentte pek az kırsal bölgede daha yaygındır.

Osmanlı ailesinde çocuk babanın hukuki denetim ve velayeti altındadır. Eğitim Osmanlı toplumunda her din mensubunun önem verdiği kurumdu.

Çocuk üzerinde ailenin, akrabaların, mahalle ve cemaatin kontrolü vardır. Doğan çocuğu aile kadar herkes kutlar edepsizlik eden çocuğu herkes kınar yani çocuk aile ve

cemaatin ağırlığını üstünde hisseder.

[img]http://i.imgur.com/k8til.jpg[/img]

19.yy.’ a kadar her cemaat daha çok dini eğitim çerçevesinde okullarını kurmuştur. Müslüman çocuk, mahalledeki hocanın öğrettiği sıbyan mektebine, Musevi çocuk sinagogun

yanındaki ‘heder’ denen küçük okula Hıristiyan papazların eğitimine bırakılıyordu.

Devlet bu çocuk konusunda aileye gereken yardımı gösteriyordu. İkiz, üçüz olursa maaş bağlamak gibi kimsesiz çocukların birbirinin yanına verilerek maaş bağlanması gibi.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Toplumsal Alanda Kadın ve Erkek;[/b][/color][/size]

Osmanlı toplumunda kadın ve erkek genelde birazda bulunmaz. Erkek veya kadın cemiyeti olarak ayrı türenler, ayrı eğlenceler tertip ediliyordu

Dayak konusunda Osmanlı toplumunda hiçbir zaman tasnif edilmeyen bir davranış olmuştur. Mahkemelerce cezasız bırakılmamıştır.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Ailenin Tüketimi;[/b][/color][/size]

Osmanlı hayatında tüketim kısıtlıydı. Örneğin; ayna lüks eşyadan sayılırdı. Osmanlı ailesi tükettiğini kendi üreten bir birimdir.

Ailenin kadınları yüksek düzeyde bir üretim faaliyetinde bulunuyordu. Osmanlı devleti çok mütevazı bir memleketti. Hiçbir zaman Ankara’da muhteşem konaklar olmamıştı. Mevcut binalar son derece mütevazı hayatın yaşandığı küçük konaklardı. Mahalli malzeme kullanılırdı.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Ailenin Hizmetlileri; [/b][/color][/size]

Çok fakir olmadıkça orta sınıf halkın dahi evinde yardımcıları vardı. Köleler sarayda ve konakta kullanılırdı.

[img]http://i.imgur.com/VcQns.jpg[/img]

Osmanlı toplumunda evlatlık alma olayının her zaman olumlu işlemediğini belirtmek gerekir. Evlatlık kızlardan vakti gelince evlendirilenler olduğu gibi nesiller boyu ailenin çocuklarına boğaz tokluğuna bakan ve sonunda ihtiyar halinde bir köşede bırakılanlar olmuştur.

[size="3"][color="#FF0000"][b]Ailenin Sağlığı;[/b][/color][/size]

Üfürükçülük ve batıl inanç her toplum gibi Türk toplumunda da vardı. Kadın değersiz görüldüğü için ailenin ona tıbbi hizmet vermediği yanlıştır. Kırsal kesim haklıda dahil tıbbi hizmetlerden kadın erkek elinden geldiğinde yararlanmaktadır.


[size="3"][color="#FF0000"][b] Beslenme Biçimleri;[/b][/color][/size]

Yerli ve yabancı bazı kimseler Osmanlı denen zenginliği İstanbul’la sınırlandırmak eğilimindedir. Ancak bu zenginlik başkentte ve saray çevresi ile sınırlı değildir. Diğer bölgelerde yemek kültürü bakımından birbirleri ile yarışır durumdadır. Anadolu 17.yy’ da bölgeler arası giden tüketim maddesi değişimi yapılmaktadır. Anadolu kentlerinde ekmek evde pişirilirdi. Şeker olarak akide tatlı olarak helva kentlerde bulunurdu. Ev kadınları turşu, makarna, reçel, salça gibi şeyleri evde hazırlarlardı.


[media]http://www.youtube.com/watch?v=49jUx4o-2oQ[/media] Edited by mucit41
Link to comment
Share on other sites

[center][size="4"][color="#0000FF"][b] Osmanlı Devletinde Ekonomik Hayat [/b][/color][/size][/center]

Osmanlı Türkiyesi’nde, İstanbul’un fethinden sonraki 16. asır boyunca hafif, fakat âdeta muntazam bir enflasyon görülür. Kâğıt para (banknot) ve döviz meseleleri meçhul

olduğu için, Osmanlı para birimi akça’daki gümüş miktarının azalmasına enflasyon diyoruz. Büyük enflasyon 1593′te oldu ve 1 akçadaki gümüş miktarı yarı yarıya indirildi. Ama

maaşlar, aynı akça sayısıyla ödendi. Gerçekte devletten maaş alanlar, eskisine oranla gelirlerinin yarısını kaybetmiş oldular.

[img]http://i.imgur.com/TLbog.jpg[/img]

1593, Osmanlı Cihan Devleti’nin doruğa tırmanışının sona erdiği, doruktan inmeye başladığı yıldır.

Bu enflasyonun sebepleri çeşitlidir. Devletten maaş alanların, üretim yapmaksızın sadece vakıf geliriyle geçinenlerin sayısı çok şişmiştir. Devlet gelirleri, olur olmaz kişilere

fazlasıyla dağıtılmıştır. 1593′e doğru Fas Sultanlığı ve Polonya Krallığı’na kadar birçok ülkeyi himayesine alan imparatorlukta, artık büyük fetihler ve zaferler dönemi

kapanmıştır. Ganimet geliri çok azalmıştır. Refah yaygınlaşmış, kolayca lüks yaşama alışkanlığına dönüşmüştür. Olur olmaz kişiler, Kâtib Çelebî’nin tabiriyle “pâdişâhâne”

giyinmeye, ziyafetlere, harcamalara alışmışlardır. Asayiş durumu eski mükemmelliğini yitirmiş, bundan etkilenen üretim düşmüş, ticaret zedelenmiştir. Nüfus artmıştır.

Köylerden şehirlere akış olmuş, şehre gelen köylü, uyum sağlamak hevesiyle, pahalı alışkanlıklar edinmiştir.

[img]http://i.imgur.com/vfTY2.jpg[/img]

Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi, Hâce-i Sultanî Ömer Efendi, Sultan II. Osman, Koçi Bey, Kâtib Çelebi, Sultan IV. Murad, Köprülü Mehmed Paşa gibi reformistler zuhur

etmiştir. Bunlar devleti, kendi içinde düzenlemeye çalışmışlardır. Hedefleri, az mübalağa ile söyleyeyim ülküleri, devlete Cihan Hakanı Kanûnî Sultan Süleyman dönemindeki

(1520-1566) dirlik ve düzenliğini kazandırmaktır. Diyebilirim ki, Sadrıâzam Dâmâd Nevşehirli İbrahim Paşa’nın iktidara gelmesine kadar (1718), dış faktörler kâle alınmamıştır.

Hâlbuki dış faktörler de geçerliydi. Osmanlı’nın egemen olduğu Akdeniz, dünya ticaretindeki kapital ağırlığını, okyanuslara bırakmıştı. Amerika madenlerinden Avrupa’ya

gümüş akıyordu. Avrupa, Osmanlı’nın birçok teknolojik üstünlüğüne erişmişti. Artık, hemen hemen Osmanlı derecesinde top dökebiliyor, kale yapabiliyor, tabya yapabiliyor,

kumaş dokuyabiliyordu. Ham madde bakımından Avrupa’nın Osmanlı’ya bağımlılığı ise devam ediyordu.

1593 yılından günümüze kadar, Türkiye’de memur maaşları sürekli indi, azaldı, küçüldü, ufalandı, nihayet devlet haysiyetiyle bağdaşmaz derekeye düştü. Zira tıpkı vaktiyle

olduğu gibi, bugün de memur sayısı çok arttı. İstihdam politikası vasıtası hâline geldi, rasyonelliğini kaybetti. Tabiatıyla, tıpkı eskiden olduğu üzere, memur kalitesi de düştü.

Hem yüksek bürokraside, hem yeni girişlerde…

Buna rağmen imparatorluk, denebilir ki yıkılışına kadar, memuruna, devletin prestijini koruyacak derecede maaş vermeye gayret etti. En gelişmiş ve zengin devletlerle

Osmanlı’daki maaş farkları büyük değildi. 1900 yılında en büyük devlet olan İngiltere’de, korgeneral maaşı 165 altın, Osmanlı’da 100 altın idi. Albay, İngiltere’de 27- 32,

Osmanlı’da 25 altın alıyordu.

Ancak küçük rütbelerde Osmanlı, artık Batı ile dengeyi tutturamıyordu. Önyüzbaşı Osmanlı’da 12, İngiltere’de 20-25,5 yüzbaşı Osmanlı’da 5, İngiltere’de 17- 19,5, üsteğmen

Osmanlı’da 2,5, İngiltere’de 9,5-11, teğmen Osmanlı’da 2, İngiltere’de 7,5-9,5 altın maaşlı idi.

Osmanlı’da sivil bürokrasi de, üniformalı bürokrasi gibi rütbe taşıdığı için, mülkiye ve ilmiye sınıflarındaki eşit rütbe sahibi görevliler, aynı durumda idiler.

Sadırâzam (imparatorluk başbakanı) maaşı, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, daha önceleri de olduğu gibi, değişiktir. Her sadrıâzam atanmasında, maaşı da belirtilirdi.

Bu son dönemde en düşük sadrıâzam maaşının 250 altın, en yüksek maaşın ise 2.500 altın olduğu görülür. O dönemin 1 altını, bugünün 1 altını değildir. Hayat ve bütün zarurî

maddeler, kira ve mülk fiyatları çok düşüktür. 1 altının son Osmanlı dönemindeki satınalma değeri hakkında bir fikir edinmek için, yaklaşık 7 gram altın olan 1 altın liranın

bugünkü değerini 2,5 ile çarpmak tavsiye edilebilir.

[img]http://i.imgur.com/LeKNX.jpg[/img]

Osmanlı İmparatorluğu, dost devletlere sürekli para, mal, silâh yardımı yapmıştır. 1854′e kadar tek kuruş dış borçlanmaya girmemişken, bu tarihten itibaren Avrupa

devletlerine borçlanmaya başlamıştır. Dış borç ve faizlerinin, buna ilâveten savaş tazminatlarının ödenmesi, son yarım asrında Osmanlı maliyesini bunaltmıştır.

Bütün bu faktörlere rağmen Osmanlı, 1912 Balkan felâketine kadar, ucuzluk, bir ölçüde refah içinde yaşadı. 1843′te imparatorluğun en pahalı şehri olan İstanbul’da, bir kişi,

10 para ile günde 3 öğün yemek yiyebilmektedir (Gerard de Nerval, s. 60, 66). 10 para, 1 altının 400′de biridir. Birkaç altına gene İstanbul’da, hiç de kötü bir semtte olmamak

üzere, müstakil ev satın alınabilmektedir.

1908′de Temmuz ayında başlayan enflasyon, 1912 Ekimi’ne kadar hafif bir seyir takip etti. Ekim 1912-Mayıs 1913 yükselişi büyük oldu ve halkın canı yandı. Mayıs

1913-Temmuz 1914′te tekrar hafifledi. Temmuz-Kasım 1914 arasındaki 3,5 ay içinde yüzde 50 oldu ki, yıllık hesaplanırsa korkunçluk derecesi anlaşılır. Artık Osmanlı, dönüşü

olmayan bir yola girmişti. Yöneticilerinin kısır görüşlülüğü yüzünden Birinci Cihan Savaşı’na (1914-18) bulaşmıştı. Halkta, yönetime güven kalmadı. Altını olan, yatağının altına

attı. İhtikâr ve bir kısmı adetâ devletin himayesinde olmak üzere korkunç yolsuzluklar oldu.

1913′te şekerin kilosu 20 paraya (1 altının 200′de 1′i) çıktığı zaman, halk feryadı bastı. 1916 Ağustos’unda francalanın kilosu 16 kuruşa fırladığı zaman ise, artık ses seda

çıkmadı. Zira 16 kuruş verecek o kadar az insan vardı ki… Pahalılık, sosyal âfetleri başlattı. İstanbul orta sınıfında ahlâkî çöküntü başladığı işitildi. O orta sınıf ki, dürüstlük

bakımından, yüksek sınıftan çok daha titizdi. Anlı şanlı vezir ve kazasker ailelerinin kızlarının, nereden çıktığı belirsiz, dedesinin adını bilmeyen savaş zenginleri ile evlendikleri

görüldü. Verem ve dizanteri dehşet saçmaya başladı…

[img]http://i.imgur.com/vLD40.jpg[/img]

1911-1922 sürekli savaşlar döneminde, hangi devletlerle savaştığımızın listesi bile bugünkü nesil için şaşırtıcıdır: İtalya, Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, İngiltere,

Fransa, Romanya, Rusya, Ermenistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Güney Afrika… Listenin eksikliği için sevgili okuyucularımdan özür diliyorum.

Cihan savaşından Türkiye ordusu, maliyesi, insanı, köyü ve şehri iflâs etmiş durumda çıktı (1918).

İmparatorluğun nüfusu 1915′te 29 milyon kadardı. Bu yılın savaş harcamaları 83 milyon lira idi. Henüz 1 TL, 1 altın veya ona yakın değerde idi. Ancak altın para giderek

tedavülden uzaklaştı. Hükümet de topladı, halk da sakladı. Banknot emisyonu arttırıldı ve kâğıt lira ile altın liranın değerinin arası gittikçe açıldı.

1917 Ağustosu’nda imparatorlukta banknot emisyonu 80 milyon lirayı buldu. Buna karşılık, sadece 3 yıl içinde 40 milyon altın piyasadan çekilip gizlendi. Böylesine bir malî

denge içinde savaş bütçesinin 83 milyon altın olarak tesbiti, rikkat ve heyecan verir. Yabancı altınlar gibi yabancı banknotlar da geçerli idi. Fakat Alman markı biriktirenleri 1918

sonunda yıkım bekleyecektir. Zira savaş sonunda markın değeri kalmamıştır.

Yolsuzluk ve rüşvet yaygın hâle geldi. Sefalet başladı. Francaladan başka ekmek yemeyen nazlı İstanbul halkına, kişi başına 150 gram süpürge tohumu karıştırılmış kara ekmek

veriliyordu. Tarihte ilk ve son defa, İstanbul halkında açlıktan ölüm başladı. Yolda açlıktan düşüp ölenleri, belediye çöpçüleri topluyorlardı.

1917 içinde kâğıt para, tedavül eden altını geçti. 1.000 liralık kupürler de vardı. Savaştan sonra altınla alış veriş tarihe karıştı. Ancak gümüş sikkeler Cumhuriyet döneminde de

uzun müddet kullanıldı. 1930′larda çok güzel basılmış Osmanlı gümüş mecîdiyeleri (20 kuruş, altının beşte biri), yarım ve çeyrek mecidiyeler (10 kuruş ve 5 kuruş) hâlâ geçerli idi.

[img]http://i.imgur.com/MPTGC.jpg[/img]

Birinci Cihan Savaşı patlamadan birkaç ay önce, 1914 yazında 1 TL=3,70 dolar=18,45 mark=17 İsviçre Frangı idi. 1917′de savaş içinde bile 1 Türk Lirası banknot alabilmek

için 4 Amerikan dolarına yakın ödemek gerekiyordu. Ve bu parite, 1908 öncesi Osmanlı Lirasının değerine nisbetle, Türk parası aleyhine yıkım sayılıyordu (Mandelstem, Le Sort

de l’Empire Ottoman, Paris 1917, s. 157-8).

11 Haziran 1916 tarihli Paris’in Temps gazetesi, Fransa’nın savaş hâlinde bulunduğu Osmanlı devleti aleyhine şu haberi yayınladı: “Türkiye’nin Haleb, Şam, Beyrut eyaletleri ile

Lübnan ve Kudüs sancaklarında (il) 1 İngiliz lirası (sterlin)=137 Türk kuruşuna fırladı. Osmanlı hükümeti, 1 sterlin=l TL paritesinde direniyor. Fakat 37 kuruşluk karaborsa

farkını ortadan kaldırmaktan âcizdir. Osmanlı ekonomisinin mahva doğru gittiği bu şekilde açığa çıkmaktadır.“

1908′den önce nazarî olarak 1 Osmanlı altın= 1 Osmanlı banknotu idi ve her ikisine de lira (altın lira, kâğıt lira) deniyordu. Gerçekte 1 altın alabilmek için 1 banknotun üzerine

birkaç kuruş sarrafiye ödemek gerekiyordu. Savaş (1914-18) içinde 1 altın alabilmek için İstanbul’da 3, Anadolu’da 4, imparatorluğun Arap vilâyetlerinde 5 Türk banknotu

ödemek icab ediyordu.

Cumhuriyetin ilânında (1923) 1 altın= 7 TL şeklinde idi. Ve TL hâlâ dolardan değerli idi: 1 TL=0,80 dolar.

Altın paritesinin ilk cihan savaşı ile sona erdiğini bütün diğer belli başlı dövizlerin pariteleri arasındaki farkın gittikçe açılması, bambaşka bir bahistir. Ekonomik çöküntünün

diğer bir sebebi, halkın varlığına devletçe el konulmasıdır. Bunu önce 1914′te Enver Paşa yaptı. Seferberlikte, tüccarın mağazalarına, dükkânlarına girildi. Ordunun hiçbir işine

yaramayacağı aşikâr bulunan havyar ve bebek patiğine kadar her şeye el kondu. Sonra 1921′de Yunan, Sakarya’yı geçtiği zaman, Türkiye Büyük Millet Meclisi, mecburen aynı

yönde karar aldı.

1914 yazında İstanbul halkı, pahalılıktan çok şikâyetçi idi. Hâlbuki daha büyük felâket patlamamış, Harb-i Umûmî başlamamıştı. Gazeteler, dergiler, artık hâkan-ı sabık (eski

imparator) dedikleri Sultan Abdülhamid’i yermekten usanmışlar, onun devrindeki ucuzluğu, rahatlığı, bolluğu, barışı göklere çıkaran yazılar yayınlıyorlardı. Gerçekten 1908

Türkiyesi, ucuzluk cenneti idi. İhtikâr, karaborsa bilinmiyordu. Sadece ezelî derd olan rüşvet vardı.

[img]http://i.imgur.com/zrBPF.jpg[/img]

1914 yazında şekerin kilosu 20 paraya (yarım kuruş) fırladığı zaman, halk, Sultan Hamid devrinin fiyatlarıyla mukayese ederek şikâyet etti. Ama şeker 1916 Ağustos’unda 60

ve 1917 Temmuz’unda 120 kuruşa (1,2 altın) fırladı. Bir bidon gaz (16 kg) 50 kuruş (yarım altın) oldu. Dolayısıyla İstanbul bile karanlıklara gömüldü. Zira elektrik ancak zengin

evlerinde, Beyoğlu, Şişli gibi semtlerde vardı ve havagazı ile aydınlanma da bütün şehre yayılmamıştı. Tekrar mum devrine dönen İstanbul, zamanla mum da bulamadı. Çıra,

onu bulamayınca ağaç yakarak aydınlanmaya başladı. Vaktiyle Pâytaht-ı Cihan denen belde, mağara devri şartlarına dönmüştü.

Zira petrolün bidonu 1917′de 250 kuruş (2,5 altın) oldu. Bütün siyasî partilerimizin atası olan iktidardaki İttihâd ve Terakkî’nin organı gazete şöyle yazıyordu: ”Gecelerinizin

karanlık geçtiğine üzülmeyiniz. Yakında zaferin ışıklarıyla bütün Osmanlı dünyası aydınlanacaktır!”.

1916 Kasım’ında İstanbul kasapları dükkânlarını kapattılar. Zira satacak et yoktu. İstanbul’a hayvan gelmiyordu. O zamana kadar Osmanlı toplumunda asla görülmemiş bir

problem oluştu: aile fertlerinin ölmesiyle kimsesiz kalan ve akrabaları olsa da onlar tarafından ekonomik şartlar dolayısıyla kabul edilmeyen, terkedilmiş çocuklar… Bu

problem, Türk toplumunda, Avrupa’dan asırlarca sonra başlamış oldu. 1917 yılının ilk yarısında, yalnız İstanbul’da böyle 20 bin çocuk bulunup hükûmetin koruması altına alındı.

Komşuları tarafından kabul edilmeyen çocuklar… Osmanlı toplumunda böyle bir yüzkarası kesin şekilde görülmemişti. Dehşetli bir sosyal kopukluk oldu. Her fert kendini

kurtarmaya çalışıyordu. Kimse başkasının derdiyle ilgilenmiyordu.

24.3.1917 kararnamesiyle, İstanbul’da halka kişi başına karne ile kilosu 20 kuruştan ayda 150 gram şeker ve kilosu 10 kuruştan 300 gram kuru fasulye veriliyordu. Osmanlı

ticareti, tarımı, madenleri, sanayi-i mahvoldu. Ama hepsinden vahîmi, o kadar yüz senelik devlete mutlak güven, temelinden sarsıldı…

Link to comment
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Share

  • Recently Browsing   0 members

    No registered users viewing this page.

×
×
  • Create New...